2001 ile 2019 arasında yapılan darbeler yarı yarıya azalmış olsa da bazı Afrika ülkelerinin son yıllarda askeri yönetime geçmesiyle bu oran tekrar yükselmeye başladı.
Son bir yılda kıtada dört darbe, bir darbe girişimi ve bir askeri iktidar devri gerçekleşti.
Kıtada yapılan darbelerin ana sebepleri olarak; yolsuzluk, etkisiz hükumetler ve istikrarsızlık tehdidi olarak sıralanabilir.
Sıradan halk da bu sorunlardan şikayet ettiğinden ve genellikle devrik hükumeti savunmaya istekli olmadığından, Afrika’daki askerî darbeler genel olarak kansız sonuçlandı.
ORSAM’ın yayınladığı ‘’Sudan’da dabre içinde darbe’’ analizine göre; Afrika’da yaşanan son darbe, 25 Ekim 2021'de, ordunun sivil yönetimi feshettiği ve başbakan da dâhil olmak üzere hükûmet üyelerini tutukladığı Sudan'da meydana geldi. Bu darbe, Sudan modern tarihindeki altıncı başarılı darbe olarak kayda geçti. Bu rakama 12 başarısız darbe girişimi ve 17 engellenen/iddia edilen darbe planı eklendiğinde Sudan, Afrika'nın darbeye en yatkın ülkesi olarak biliniyor. Sudan bu nedenle “darbe laboratuvarı” olarak tanımlanıyor.
SUDAN DARBELERİ
1958'de İbrahim Abbud liderliğindeki ilk darbeden bu yana Sudan Ordusu, halk tarafından siyasi kriz dönemlerinde potansiyel bir “kurtarıcı” olarak görüldü.
Ordu, Ekim 1964'teki halk protestolarının ardından iktidardan feragat etmesine rağmen, sivil hükûmetin anayasal bir krizin üstesinden gelemediği 1969'da tekrar darbe yaptı.
Cafer Numeyri liderliğindeki askeri rejim, Sudan Ordusunun bu sefer hükûmet karşıtı protestolara yanıt olarak müdahale ettiği 1985 yılına kadar birçok darbe girişimini savuşturdu.
Abbud rejiminin sona ermesi gibi, Numeyri rejiminin devrilmesi de ülke çapında olumlu karşılandı. Darbe lideri Abdurrahman Suvarezzeheb’in bir yıl içinde iktidarı sivil bir hükumete teslim etti ancak siyasi anlaşmazlıklar ve verimsiz koalisyon hükûmetleri, 1989'da Ömer el-Beşir liderliğindeki yeni bir darbenin önünü açtı.
ORSAM’ın analizine göre;
''El-Beşir, esas olarak İslamcı siyasi aktivizmden ve Güney Sudan ile Darfur'daki çatışmalardan kaynaklanan yerel ve uluslararası baskılara rağmen Sudan'ı 30 yıl boyunca yönetmiştir. El-Beşir, 1989 darbesinden bu yana sürdürdüğü silahlı kuvvetler başkomutanlığı görevinden 2010 yılında emekli olmuştur. Oyların yüzde 94'ünü alarak 2015'te kolayca yeniden seçilmesi, 2019'daki ayaklanmaları engelleyememiştir. Kötüleşen ekonomik koşullarla ilgili hayal kırıklıklarının yol açtığı küçük ölçekli ve kendiliğinden gelişen protestolar, kısa sürede daha büyük ölçekli ve örgütlü hükûmet karşıtı gösterilere dönüşmüştür. Ordunun bazı kesimlerinin göstericileri koruması, silahlı kuvvetlerin el-Beşir'e desteğini kestiğine işaret etmekteydi. Silahlı Kuvvetler, nihayetinde 11 Nisan 2019'da el-Beşir'i devirmiş ve bir kez daha Sudan halkının “kurtarıcısı” ve “sesi” olmuştur.’’ denildi.
‘’El-Beşir'in görevden alınmasının ardından Sudan Ordusu ve demokrasi yanlısı olarak anılan gruplar, tüm kurumlardan el-Beşir döneminin izlerini silme (de-Beşirizasyon) ve ülkeyi serbest seçimlere götürme konusunda anlaşmıştır.’’ denilen analizde yapılan anlaşmaya göre, Sudan'da demokrasiye geçiş süreci ilk 21 ve sonraki 18 ay boyunca sırasıyla asker ve siviller tarafından yönetilecekti. Ancak kısa süre sonra iki grup arasında gerilim tırmandı. Sudan'ın askerî lideri Abdülfettah el-Burhan'ın ifadesiyle geçiş anlaşması, ülkede “barışı ve birliği tehdit eden” bir “çatışmaya” dönüştüğü belirtildi.
‘’Büyüyen siyasi zıtlaşma sokaklara da yansımıştır. Bir grup gösterici, başlangıçta kabul edilen geçiş takvimine uygun olarak bir sivil hükûmet kurulması yönünde çağrıda bulunurken, asker ağırlıklı bir hükûmeti savunanlar da bir haftadan fazla bir süre başkanlık sarayının önünde oturma eylemi düzenlemiştir. İkinci grup göstericiler, askerî ve sivil grupların birbirini suçladığı, giderek kötüleşen ekonomik durumdan da şikâyet etmiştir. Kısacası, kırılgan asker-sivil ittifakı ne demokratikleşme ne de ekonomik iyileşme sağlamıştır.’’ ifadeleri kullanılan analizde ‘’Asker-sivil anlaşmazlığı ve bunun sonucunda ortaya çıkan siyasi-ekonomik verimsizlik, geçiş hükûmetinin planlandığı üzere sivillere devredilmesinden bir ay önce 25 Ekim 2021'de yeni bir askerî müdahaleye zemin hazırlamıştır. Başbakan Abdullah Hamduk'un askerî müdahaleye destek açıklaması yapmaya zorlandığı ancak kendisinin bunu kabul etmeyip demokrasi yanlısı protestocuları sokaklara çıkmaya çağırdığı iddia edilmektedir.’’ denildi.
ORSAM’IN analizinden satırbaşları;
El-Burhan'a göre ise Hamduk siyasi tıkanıklığı önlemek üzere sunulan tüm seçenekleri reddettiği için ordu müdahale etmek zorunda kalmıştı. El-Burhan, ordunun “demokratik geçişi tamamlamaya devam edeceğini” ve Temmuz 2023'te ülkeyi seçimlere götüreceğini sözlerine eklemiştir. Söz konusu askerî müdahaleyi darbe içinde darbe veya açık bir siyasi tasfiye olarak tanımlamak mümkündür. Geçiş hükûmetinin silahlı ve daha güçlü olan ortağı, daha zayıf ve “sorun yaratan” sivil unsurları saf dışı bırakarak bütün kontrolü eline almıştır.
Son askerî müdahale, ABD'nin Afrika Boynuzu özel elçisi Jeffrey Feltman'ın 23 ve 24 Ekim'de Sudanlı askerî ve sivil liderlerle görüşmesinin hemen ardından gerçekleşmiştir. Bu görüşmenin Sudanlı liderleri bir uzlaşmaya varma konusunda ikna edemediği anlaşılmaktadır. Netice itibarıyla en güçlü tepkiler Batılı ülkelerden gelmiş; ABD, Birleşik Krallık, Norveç ve Almanya darbeyi kınamıştır. Fransa, eylemi “en güçlü şekilde” kınarken, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği "ihanet" nitelemesiyle kınamanın da ötesine geçmiştir. En güçlü örtülü destek, “Sudan halkının tercihlerine saygı duymaya devam edeceğini ve onlara gerekli tüm yardımı sağlayacağını” söyleyen Rusya'dan gelmiştir. Türkiye ve Katar endişelerini dile getirirken Çin, Mısır, Etiyopya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri diyalog, itidal ve gerilimi azaltma çağrısı yapmakla yetinmiştir.
Darbe sonrasında Sudan'ın tüm uluslararası anlaşmalara bağlı kalacağına dair beyanatın normalde ülkenin tüm ortaklarını rahatlatması beklenir. Bununla birlikte, Sudan'daki darbeye yönelik farklı tonlarda uluslararası tepkilerin gelmesi, hem Batı ile Doğu arasında belirginleşmeye devam eden jeopolitik ayrışmanın hem de yeni askerî hükûmetin geleneksel ortakların çıkarlarından ziyade yükselen güçlerin çıkarlarını koruyacağı yönündeki beklentinin göstergesidir. Bu, başta Batılı devletler ve kurumlar olmak üzere Sudan üzerinde daha fazla baskıya yol açabilir.