İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1979'dan itibaren Suriye’ye yönelik politikalarının ideolojik ve jeopolitik temellere sahip olduğu söylenebilir. İki ülke arasındaki ilişkiler başlangıcından itibaren birbirine zıt ideolojilerinin de etkisiyle sorunsuz olmamış, özellikle 1980'li yılların başında bu tür gerilimler dikkat çekmiştir. Sosyalist ve seküler Arap milliyetçisi Baas rejimi ile İslam Devrimi ihracı iddiasındaki İran'ın ilişkilerini şekillendiren bu jeopolitik yaklaşım sonraki 40 yıla damga vurmuştur. Arap Baharı Suriye’ye ulaştığında İran devrimcilere karşı tavır almış ve iç savaş boyunca rejime her türlü desteği vermişti. Rusya ile birlikte halk tabanı bulunmayan rejime verilen destek nihai sonucu değiştirmemiş nitekim 50 yılı aşkındır ülkeyi yöneten hanedan 8 Aralık 2024'te muhaliflerin askeri operasyonu sonucunda devrilmiştir.
İran, Suriye'de nasıl bir strateji izliyor?
İran, devrik lider Beşşar Esed'in ülkeden kaçmasının ardından geçen yaklaşık üç aylık sürede İsrail ile birlikte Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara liderliğindeki devrimci güçlere en sert tepki gösteren ülkelerden biri oldu. Başta lider Ayetullah Ali Hamaney olmak üzere çeşitli yetkililer devrimin ardında Batılı komplo bulunduğunu öne sürerek Baas rejiminin yeniden yönetimi ele geçireceğini ya da ülkenin tekrar kanlı bir savaş içine yuvarlanacağını iddia etti. Nitekim, ülkedeki farklı kesimler Tarsus ve Lazkiye etrafında gerçekleşen son silahlı saldırılardan duydukları memnuniyeti dile getirmekten çekinmedi, yönetime yakın isimler ve yarı resmi trol ordusu olayın duyulmasının ardından ciddi bir dezenformasyon ve propaganda faaliyetleri içine girdi. Güvenlik güçlerine karşı terör saldırılarının başlangıcında "geri geldik" söylemi kullanılırken ayaklanmacıların püskürtülmesiyle birlikte "sivil katliamı" iddiası yaygınlık kazandı.
Bununla birlikte, İranlı yetkililerin Suriye’ye yönelik açıklamalarına dikkatlice bakıldığında değişik alt mesajlar fark edilebiliyor. Özellikle, İsrail'in Suriye'nin toprak bütünlüğüne yönelik provokasyonlarını ve işgal girişimlerini artırması İran'ın yeni Suriye liderliğine yönelik mesajlarının çeşitlenmesine yol açmış görünüyor. İran dış politikasının sembol isimlerinden Ali Ekber Velayeti'nin "Suriye'den talep gelmesi halinde yardıma hazırız" açıklamasını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Gerçekten de Arap ve komşu ülkelerin yanı sıra Avrupa hatta Rusya’dan ihtiyatlı bir kabul gören yeni yönetime karşı en büyük tehdit İsrail ve kendisi için müttefik olarak tanımladığı Suriyeli silahlı azınlık gruplardan geliyor. Şara liderliğindeki yeni yönetimin şu ana kadar İsrail’in saldırganlığına karşı soğuk kanlı davrandığı ve doğrudan bir çatışmadan kaçındığı görünüyor. Ancak bu yaklaşımın ne kadar süreceği belirsiz. Zira, politik kariyerini işgal ve katliamların devamında gören İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu iktidarının kendisine karşı herhangi bir tehdit oluşturmayan yeni Suriye yönetimine yönelik uyguladığı saldırganca tutum bir süre sonra devrimci Suriye yönetiminin başka araçlara başvurmasına neden olabilir. Bu durum, Şam'ın yalnızca aralarında kan davasının bulunduğu Hizbullah ve Tahran gibi aktörlerle ilişkisini etkilemekle kalmaz, 1980'lerin Afganistan'ını anımsatacak gelişmelere de yol açabilir.
Tahran, dikkatleri dış politikaya çekmek istiyor
Öte yandan Suriye’deki son gelişmelerden Ankara'yı sorumlu tutan İran'dan Türkiye’ye yönelik eleştiriler de artıyor. Ekim ayında TRT Farsça ile ilgili sözleri dolayısıyla TRT Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı'ya anlamsız bir tepki gösteren Tahran'ın Ankara'ya yönelik söylemi özellikle aralık ayındaki rejim değişikliğinden sonra iyice şiddetlenmiş durumda.
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın El Cezire'ye verdiği röportajındaki ifadelerine de abartılı reaksiyon gösteren İranlı yöneticiler Türkiye’nin Tahran Büyükelçisini İran Dışişleri Bakanlığına çağırarak açıklama istedi. Ankara da buna mukabil bu kez alttan almayarak misillemede bulundu ve Türk Dışişleri Bakanlığı sözcüsü İran'a karşı uluslararası gelişmelerin iç politikada kullanılmasının doğru olmadığı mealinde bir açıklama yaptı. Gerçekten de İran'ın son dönemde yeniden hissetmeye başladığı maksimum baskı politikasının iç politikaya etkisi hissediliyor. Özellikle, Cumhurbaşkanı Mesud Pezişkiyan’ın, Hameney’in talimatı doğrultusunda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile müzakere olmayacağını açıklamasının ardından Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevad Zarif gibi tartışmalı bir ismin istifa etmesi ve Ekonomi Bakanı Abdunnasır Himmeti'nin Meclis tarafından gensoru verilerek düşürülmesi gibi gelişmeler düşünüldüğünde İran’ın bunaltıcı iç sorunlardan kaçınmak için dikkatleri dışarı çekmeye çalıştığı görülüyor. Dolayısıyla, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi'nin Suriye’deki son gelişmelerle ilgili Türkiye’yi suçlayan açıklamaları da ülke içindeki Fars milliyetçisi kesimlere yönelik olarak değerlendirilmelidir.
İran ve terör örgütü PKK'nın ilişkisi ne boyutta?
İran’ın Türkiye’ye karşı sertleşen tutumunun terör örgütü PKK ile ilişkisini nasıl etkileyeceği de önemli bir soru. İran’da bazı kesimlerin PKK'nın elebaşı terörist Abdullah Öcalan'ın yaptığı silahsızlanma açıklamasından çok memnun olmadığı anlaşılıyor. Tahran'ın son 40 yıldır PKK ile ilişkilerini korumaya çalıştığı, özellikle ikili ilişkilerdeki kriz dönemlerinde terör örgütüne verdiği desteği artırdığı biliniyor. Dolayısıyla, Güney Kafkasya’daki gelişmelerin ardından Suriye ve Lübnan’daki kayıplarından da Ankara’yı sorumlu tutan Tahran’ın yakın gelecekte gerek örgütün silahsızlanma sürecine müdahil olması gerekse de buradan yeni birtakım imkanlar sağlaması mümkündür. Ancak önümüzdeki aylarda ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin İran üzerindeki baskılarını artıracağı, hatta uluslararası basına göre yaz aylarına kadar başta nükleer programı olmak üzere temel konularda uzlaşması ve geri adım atması için ültimatom verdiği düşünüldüğünde Tahran’ın Ankara ile ilişkilerini retorikte gerse de pratikte daha ihtiyatlı hareket edeceğini öngörebiliriz.
Lazkiye'de yaşananlar ne ifade ediyor?
Son olarak, 6 Mart gecesi Lazkiye kırsalında çıkan çatışmalar özetlenen arka plan çerçevesinde değerlendirilmelidir. İran’ın aylardır tehdit ettiği eylemler ve eski rejim kalıntılarının Suriye güvenlik güçlerine karşı giriştiği saldırılar önemli olsa da stratejik bir sonuç doğurmaktan uzaktır. Gerek çatışma yorgunu Suriye halkının farklı katmanlarında Baas sempatisinin kalmaması gerekse de İsrail dışındaki ülkelerin yeni yönetime karşı ılımlı tavırlarını sürdürmesi ve lider kadrolarını kaybeden Hizbullah’ın aldığı darbelerden sonra müdahale kapasitesinin ciddi olarak zayıflaması gibi etkenler bir arada düşünüldüğünde İran’ın bu politikasının ardında Şara yönetimine varoluşsal bir tehdit oluşturmaktan ziyade "kendisini hatırlatma" motivasyonun olduğu görülebilir. Nitekim, Taliban'ın Kabil'i ele geçirmesinin ardından benzer söylemler kullanan ve Ahmet Şah Mesud’un oğlu Ahmed Mesud liderliğinde Kuzey Direnişi'ni kuracağını iddia eden İranlılar kısa süre içinde Taliban yönetimi ile ortak zemin bulmuştu ancak buna rağmen süreç içinde iki taraftan askerlerin hayatını kaybettiği sınır çatışmaları eksik olmamıştı.
Sonuç olarak, küresel belirsizliklerin arttığı konjonktürde bölgenin geleceği ile ilgili kesin çıkarımlarda bulunmak kolay değil. Buna rağmen İran’ın yakın gelecekte Suriye ve Lübnan’ı ikinci plana iterek hala etkin olduğu Irak ve ülke içindeki güvenliğine odaklanmak zorunda kalması oldukça muhtemeldir. Trump’ın İran’ı tehdit eden ve Hamaney’e gönderdiğini iddia ettiği ancak İranlı yetkililerin "almadık" dedikleri mektup,Tahran'ın elindeki sınırlı sayıdaki kartlarını akıllıca oynaması ve bölgesel istikrarı baltalayıcı adımlardan kaçınması gerektiğini gösteriyor.
[Dr. Hakkı Uygur, Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısıdır.]
Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber editoryal politikasını yansıtmayabilir.