Falk, İstanbul'da Anadolu Ajansının (AA) Global İletişim Ortağı olduğu, Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesince düzenlenen "Gazze'den Sonra Uluslararası Hukuku Yeniden Düşünmek" konferansında AA muhabirine Gazze'de yaşanan ağır insan hakları ve uluslararası hukuk ihlalleri ile uluslararası sistemin eksikliklerini değerlendirdi.
"Gazze, insan hakları ve uluslararası hukuka yönelik korkunç ihlalleri durdurma konusundaki bu yetersizliğin belki de en kötü örneğidir." diyen Falk, 1945 sonrası yapılandırılan uluslararası sistemin, BM üyesi devletlerin toprak egemenliğini korumayı amaçlarken 5 daimi üyeye veto yetkisi tanıyarak hukuka ve ahlaka saygı duymadan hareket etmelerine izin verdiğini söyledi.
Falk, İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılandırılan uluslararası sistemin Gazze bağlamında eksikliğini gösterdiğine, Vietnam, Afganistan ve Myanmar'daki diğer çatışmalarla paralelliklere işaret etti.
Mevcut sistemden faydalanan hükümetlerin köklü değişiklikler yapmasının pek mümkün olmadığına dikkati çeken Falk, "Bunun için demokratik olarak örgütlenmiş ve harekete geçmiş bir halk hareketine ihtiyaç var." dedi.
Falk, Gazze'deki durumun yarattığı protesto faaliyetlerinin böyle bir hareketin başlangıcına işaret ettiğini belirterek, "Hükümetin İsrail'i destekleyen çirkin politikalarını sürdürdüğü, (İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu'yu Kongrenin ortak oturumunda bir kahraman gibi karşılama konuşması yapmaya davet ederek büyük bir skandala imza attığı ABD'de bile, dünya için farklı türde bir normatif düzene duyulan ihtiyaç konusunda kamuoyunda artan bir farkındalık var." şeklinde konuştu.
Uluslararası hukukta çifte standart
Uluslararası hukukun Batılı ülkeler tarafından seçici şekilde uygulanmasını eleştiren Falk, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısına verdikleri tepki ile Filistin konusundaki tutumları arasındaki tezatlığa dikkati çekti.
Falk, "Batılı ülkeler, NATO ülkeleri, uluslararası hukuku kendi stratejik çıkarlarına hizmet ettiği zaman kullanıyor. Rusya, Ukrayna'ya saldırdığında ABD ve diğer NATO ülkeleri, BM Şartı'nın ve uluslararası hukukun kutsallığı konusunda kendilerini çok haklı görüyorlardı. Müttefikimiz Filistin söz konusu olduğunda, aslında cezasızlık veriyorlar. Ortaya çıkan şey çok hayal kırıklığı yaratan çifte standartlardır çünkü hukukun etik özü olan yol gösterici ilke, eşitlere eşit davranmaktır." değerlendirmesinde bulundu.
Sömürgecilik sonrası dünya düzeninin Batı tarafından kontrol edildiğini, sömürgeciliğin halefi bir tür "imparatorluk Batısının" mevcut olduğunu vurgulayan Falk, "İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri ABD, Fransa ve İngiltere'den oluşan üç NATO gücü, BM'de yapılacak her türlü reformu engelleme kapasitesine sahip." diye konuştu.
BM'nin rolü ve önemi
BM'nin etkinliğine de değinen Falk, savaş ve soykırımı önlemedeki eksikliklerini kabul ederken BM'nin Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile UNESCO gibi uzmanlaşmış kurumları aracılığıyla sağladığı önemli katkılara dikkati çekti.
Falk, "Hükümetler, BM'ye karşı hayal kırıklığına uğramış olsalar bile, birbirleriyle iletişim kurabilecekleri bu arenayı faydalı buluyorlar." dedi.
BM'nin bugün daha çok işlev odaklı olduğuna, ekonomik, çevresel ve insani konulara odaklandığına işaret eden Falk, "Hiçbir ülke BM'den çekilmedi ve Filistin de dahil olmak üzere tüm ülkeler üye olmak istiyor." ifadesini kullandı.
Filistin'in geleceği ve küresel güneyin rolü
Filistin'in geleceği konusunda ise Falk, küresel güney hükümetleri tarafından desteklenen güçlü bir halk hareketine duyulan ihtiyacı vurguladı.
Falk, "Küresel güneyin dünyada, dünyanın örgütlenmesinde ve BM reformunda çok daha güçlü bir varlık olarak ortaya çıkması gerekiyor." dedi.
Güney Afrika ve Nikaragua gibi ülkelerin Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Ceza Mahkemesinde (UCM) attıkları adımlara değinen Falk, "Bu, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan bu tür hegemonik dünya düzenine meydan okuyan çok daha güçlü bir hareket haline gelmelidir." değerlendirmesinde bulundu.