Eski BM raportörü Falk, liderliğini yürüttüğü "Gazze Mahkemesi" girişimi ve İsrail'in saldırıları altındaki Gazze ve Lübnan ile Orta Doğu'daki gelişmelere ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
Richard Falk, Gazze, Lübnan ve Batı Şeria'daki mevcut durumun "kritik seviyeye" ulaştığını belirterek "Bu dönemin, bölge için önceki dönemlere göre daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum çünkü stratejik olarak İran'la bir tür karşılaşma hedefleniyor gibi görünüyor ve bu, bölgenin barışı ve istikrarı açısından son derece büyük tehlike olur." dedi.
İsrail'in saldırıları altındaki Lübnan'da yaşanan yıkımın, Gazze'deki soykırım sürecinin devamı olduğunu kaydeden Falk, "Bu süreç, yalnızca Gazze ile sınırlı kalmadı. Lübnan'a ulaşmasından önce bile Gazze'de yaşananlar diğer işgal altındaki Filistin topraklarına, özellikle de Batı Şeria'ya yayılmıştı." ifadesini kullandı.
Falk, İsrail'in genişlemeci politikalarının Gazze ve Batı Şeria'da kalıcı etkilere neden olduğuna dikkati çekerek "Şu anda İsrail liderliğinden gelen siyasi ifadelere bakıldığında, Batı Şeria'nın ilhakı genişlemeci gündemlerinin en üst sıralarında yer alıyor. Bu nedenle, endişe yalnızca Gazze'deki trajik olaylarla sınırlı değil." diye konuştu.
İsrail'in Gazze'deki yıkımının, altyapıyı ve Filistin halkını yok ettiğine dair çok sayıda kanıt olduğuna işaret eden Falk, "Bütün bir nüfusu kalıcı mültecilere dönüştürme fikri, insan hakları ve uluslararası hukuk açısından kabul edilemez. Bu temel durum, soykırım riskinin devam ettiği, kitlesel açlık ve hastalıkların yayılma riskinin arttığı ve aynı zamanda tüm bölgenin ekolojik altyapısının yok edildiği bir durumu ifade ediyor." dedi.
Falk, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin İsrail'e verdiği desteğin bölgedeki sorunları daha da derinleştirdiğini vurgulayarak "Bu ülkeler, İsrail'in yaptıklarını sınırlamaktan bahsetmiş olsalar da anlamlı bir kısıtlama getirmediler." ifadesini kullandı. Falk, bu durumun, BM'nin Filistin'e barış ve istikrar sağlama çabalarını da olumsuz etkilediğinin altını çizdi.
"Almanya, soykırımı birincil endişe olarak görmüyor"
Falk, Almanya'nın İsrail'e verdiği koşulsuz desteği ve bu desteğin tarihsel nedenlerini de değinerek, Almanya'nın Holokost'tan çıkardığı dersleri yanlış yorumladığını ve bunun Filistinlilere yönelik İsrail'in politikalarını desteklemeye katkıda bulunduğunu söyledi.
Almanya'nın Holokost'u yalnızca Yahudilere yönelik soykırım olarak ele aldığını kaydeden Falk Almanya'nın, "geçmişteki hatalarının Yahudilere ulusal azınlık olarak cezalandırıcı davranış sergilemek olduğu inancıyla" hareket ettiğini dile getirdi.
Falk, bu nedenle, "Almanya'nın soykırımı birincil endişe olarak görmediğini" belirterek "İsrail'e karşı olan herhangi bir şeyin, Yahudi karşıtlığının tekrarı olarak algılanacağını düşünüyorlar veya bu bilince sahipler." dedi.
Eski BM raportörü Falk, İsrail'in de Holokost'u ve antisemitizmi kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İsrailli liderler, BM Genel Sekreteri'nden (Antonio Guterres) veya İnsan Hakları Konseyi'nin özel raportörlerinden gelen herhangi bir İsrail eleştirisini 'antisemitizm' olarak adlandırıyor. Antisemitizmi, kendi sorumluluklarından ve hesap verebilirliklerinden kaçınmanın bir yolu olarak silah haline getiriyorlar ve Almanlar, bir noktaya kadar İsrail'e karşı çıkarlarsa, hemen Holokost ve antisemitizm ile yüzleştirilecekleri düşüncesiyle ya sindirilmiş ya da bu tür bir bilinçle etkilenmiş durumdalar. Yapmaları gereken şeyin, bu etkileşim seviyesinin ötesine geçip asıl yanlış olan soykırıma odaklanmak olduğu kanaatindeyim ve Holokost'un dersi olan 'Bir daha asla' ifadesinin yalnızca Yahudi halkına değil, insanlığa yönelik olduğunu anlamaları gerekiyor. Bu ders özümsenene kadar, Almanya gerçek bir hümanist kimlik oluşturamaz."
"UCM jeopolitik baskılarla manipüle ediliyor"
Falk, konuşmasında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkındaki tutuklama kararı talebini 24 günde onaylayan Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM), İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararı talebini ise 6 aydır karara bağlayamamasına ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.
Richard Falk, bu bağlamda, UCM'nin jeopolitik baskılarla manipüle edildiğine dair "ciddi çifte standart" olduğu görüşünü paylaştı.
UCM'nin BM sistemine dahil olmadığını ve Roma Statüsü ile kurulduğunu hatırlatan Falk, bu nedenle UCM'nin siyasi baskılara çok açık, finansman açısından ise güvensiz yapı olduğunu söyledi. UCM'nin ilk yıllarından itibaren yalnızca Sahra Altı Afrika'daki suçlara odaklanarak ABD'nin Afganistan'da işlediği suçları ise görmezden geldiği gerekçesiyle eleştirildiğini belirten Falk, "Bu çifte standart, Putin ve Rusya'nın Ukrayna'daki daha az belirgin suçlarına gösterilen tepkiyle iyice ortaya çıktı." dedi.
Falk, UCM'nin İsrailli yetkililere yönelik tutuklama emrinin gecikmesinden yola çıkarak, mahkemenin "profesyonel veya hukuki geçerliliği konusunda şüphe duyulması" gerektiğini vurguladı.
Gecikmenin, İsrail tarafından açıkça talep edilen ve arka plandaki yoğun baskının izlerini taşıdığını kaydeden Falk, "Tutuklama emriyle ilgili bir diğer şüphe uyandıran şey ise İsrailli liderlere atfedilen suçların soykırımı içermemesi. Yani, herkesin farkında olduğu en önemli meseleyi dışarıda bırakıyorlar." şeklinde konuştu.
Falk, ayrıca, UCM'nin, meselelerin uluslararası hukuk boyutunu ele alan ve profesyonel sorumluluğu olan Uluslararası Adalet Divanından (UAD) ayrılması gerektiğini dile getirdi.
"Gazze Mahkemesi halklar adına konuşuyor"
Falk, İsrail'in saldırıları altındaki Gazze'de yaşananları araştırmak üzere kurulan "Gazze Mahkemesi"ne ilişkin de değerlendirmelerde bulunarak, bu girişimin küresel çaptaki önemini vurguladı.
"Gazze Mahkemesi'nin gerekçelerinden biri, halklar adına konuşmasıdır ve esas olarak hükümetlere hitap eden bir organ olmaya çalışmaz." diyen Falk, mahkemenin hedefinin insanlık adına adalet aramak olduğunun altını çizdi.
Falk, mahkemenin odak noktasının, dört öncelikli temel mesele üzerine kurulu olduğunu kaydederek bunlardan ilkinin, Gazze'deki soykırımı ele almak olduğunu ifade etti. Falk, "Mahkemenin kurulmasının temel motivasyonu, yalnızca soykırım okumasını doğrulayan kanıtları sunmak değil, aynı zamanda soykırım ve önlenmesi konusundaki uluslararası sorunu ele almaktır." dedi.
İkinci temel meselenin, bölgedeki savaş faaliyetlerinin durdurulması olduğunu belirten Falk, başarılı bir ateşkesin önemine dikkati çekti. Falk, "Bir ateşkesi başarılı şekilde uygulamak ve savaşın yayılmasını durdurmak, işgal altındaki Filistin topraklarının halkları için daha fazla ve dayanılmaz acıların önüne geçmek anlamına geliyor." ifadesini kullandı.
Üçüncü temel meselenin, ABD başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin İsrail'e yönelik desteği olduğuna dikkati çeken Falk, ABD'nin, son dönemde insani bir endişe sergilemeye çalışsa da İsrail'in günlük olarak büyük acılar yaşatan soykırım politikalarını durduracak adım atmadığına işaret etti.
Falk, ayrıca, İsrail'e komşu başlıca Arap ülkelerinin de daha aktif muhalif rol üstlenmedeki başarısızlığının hayal kırıklığı yarattığını belirtti. Buna karşın Falk, Riyad'da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)-Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi'nin saldırıları kınamasının yanı sıra Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın, Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki farklılıklara rağmen, İran'a yönelik bir saldırıya karşı olduklarını açıklamasını, "bölgede dengeleri değiştirecek önemli gelişme" olarak niteledi.
Dördüncü meselesinin ise BM ve diğer uluslararası kurumların bu tür dramatik uluslararası suç ve insanlık dramlarını ele almadaki başarısızlığı olduğunu söyleyen Falk, "Bu durum, küresel sistemin insan çıkarlarını koruyabilecek ve sadece ulusal çıkarların çatışma aracı olmayacak şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini göstermektedir." dedi. Falk, Gazze Mahkemesi'nin bu bağlamda önemli adım olduğunun altını çizdi.
"Gazze Mahkemesi" girişimi
Gazze Mahkemesi, İsrail'in saldırıları altındaki Gazze'de yaşananların hukuki, siyasi ve etik yönlerini araştırmak üzere kuruldu.
Bağımsız bir inisiyatif olarak kurulan, insanlık ve vicdan mahkemesi olan "Gazze Mahkemesi", uzun hazırlık sürecinin ardından İngiltere'nin başkenti Londra'da ilk uluslararası toplantısını gerçekleştirdi.
Eski BM Filistin Özel Raportörü Falk'ın liderliğinde yürütülen projenin başkanlık heyetinde yine BM eski özel raportörlerinden Michael Lynk ve Hilal Elver gibi isimlerin yanı sıra Raji Sourani, Susan Akram, Ahmet Köroğlu, Diana Buttu, Cemil Aydın ve Penny Green bulunuyor.
Halk vicdanına dayanan mahkemenin ikinci ayağının, Mayıs 2025'te Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna'da, üçüncü ve son aşamasının ise Ekim 2025'te İstanbul'da yapılması öngörülüyor.
Mahkeme, İsrail'in Gazze soykırımını ve Filistin halkına yönelik işlediği hak ihlallerini çok boyutlu inceleyerek gündeme taşımayı ve uluslararası toplumun dikkatini çekmeyi hedefliyor.