2003 yılında ABD Ordusuna ait ilk yüksek tesirli patlayıcılar Irak topraklarına inmeye başladığında pek çok liberal ve demokrat, güney sınırlarımızın doğusu boyunca uzanan topraklarda öncekine nazaran daha insani bir düzen kurulacağına inanıyordu. Esasen Irak'ta da sonucun böyle olacağına inananların sayısı az değildi. Ancak liberalleri hayal kırıklığına uğratan, demokratları oldukça üzen fakat liberalizm yahut demokrasi gibi kavramlar üzerine düşünecek kadar tok bir karna sahip olmayan Iraklıları öldüren bir süreç başladı. Bu süreç hala bitmiş değil ve bitmesi için sadece düzenin değil maalesef olanları hatırlayan neslin de değişmesi gerekiyor.

1988 yılının yazında İran Irak'la ateşkes yapmayı kabul ettiğinde savaşın bariz bir kazananı olmadığı halde kesin iki kaybedeni vardı. Aynı zamanda yıllar süren harbin sarsıntısı savaşı sadece uzuv kaybı, öldürmeyen ancak yaşatmayan yaralar veya çatışmaların ardından asla eski hayatına dönemeyen askerleri etkilemedi. İran'ın kısa vadede tekrar ABD'nin ileri karakolu olmayacağı da Irak'ta Şii bir iktidarın kurulmayacağı da kesinleşmişti. 1988'de kurulan ve bir anlamda 'geçici bölge rejimi' denilebilecek bu durumu Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgal etmesi değiştirdi. ABD'nin önceliği Balkanlar, Orta Asya ve Kafkasya iken bölgedeki geçici rejimi yok sayan Saddam'ın başına gelenler sadece Irak'a değil bölgedeki bütün güç merkezlerine mesajdı. ABD, Çöl Fırtınası Operasyonu ile savaş yorgunu olsa bile bölgenin en büyük ordularından birisi olma vasfını koruyan Irak Ordusunu birkaç günde hem de kendi lojistik merkezinden binlerce kilometre uzakta terbiye etti. İran ile sekiz yıl süren savaşın ardından hala 1 milyona yakın askeri ve 500 bini aşkın milis gücüyle dünyanın en büyük ordularından birisini dişinden tırnağından arttırdıklarıyla besleyen Iraklı siyasetçiler için Kuveyt'e yönelik operasyon bir hezimetten çok daha fazlasıydı. Irak Ordusu 30 bin civarında askerini kaybederken 70 bini aşkın asker ise yaralandı. Yüzlerce zırhlı aracını kaybeden Irak Ordusu bahse konu savaş araçlarının kaybedilmesi sonucu oluşan taktik açığını asla kapatamadı. 2003 yılına gelindiğinde Irak Ordusu hala Çöl Fırtınası'nın içerisindeydi. Kuveyt'e yönelik operasyonun ardından artık ekmeğin daha ucuz olacağını düşünen ancak süreç bittiğinde pahalı ekmeğin bile zor bulunduğu bir güne uyanan Iraklılar için 2003 yılında şehirlere yağan bombalar bu nedenle ölümle beraber umut da taşıyordu. Irak'ta Sünni, Şii, Hristiyan veya daha başka kimliklerle kendisini tanımlayan milyonlarca insanı sokağa döken hissiyat israf edilmiş umutlarından kaynaklı öfke. Kadim tanımı itibariyle zaten bir millet olmayan Irak'ın bileşenleri modern tanımı itibariyle de ulus sayılamayacak kadar dağınıktılar ve bu dağınıklık içerisinde bir araya gelebilecekleri tek zeminde yani ekmek kaygısıyla sokağa döküldüler. Fakat bu durumu yalnızca 2003 sonrası güç kazanan Şii iktidarına bağlamak mümkün değil. Basra'da sokağa dökülen yüzbinler Şii olmalarına rağmen İran bayrakları yakıyorsa bunu Arap kimlikleriyle Fars kimliklerine duydukları hınçla açıklayabiliriz. "Şii Arap" veya "Arap Şii" kimliğinin "Şii Fars" veya "Acem Şii" kimliğinin bölgesel hakimiyet oyununda yedek oyuncu haline getirilmesi aslında Tahran'dan Bağdat'a uzanan fay hattının kırılmasından başka bir şey değil.

IŞİD'in Sincar'da yaptıkları, 2000'li yıllarda Sünni direniş ülkenin kırsal bölgelerinde yükselişteyken Ezidilerden gördüğü muameleyle elbette bağlantılıydı fakat Irak El Kaidesi'nin Sincar çevresinde yaşadıklarından bağımsız olarak 'IŞİD vahşiliği' üzerinden geliştirilen bir açıklama daha kabule namzetti. 'Ezidi' kimliğinden başka bir tanımlamayı kabul etmeyen kapalı bir toplumu Kürt olarak tanımlamak ise elbette Iraklı Kürtleri IŞİD'e karşı savaşında ücretli piyade kolordusu haline getirmek isteyen ABD için gayet makuldü. Fakat Irak'taki Sünni Türkmenlerin IŞİD'e neden bu kadar teveccüh gösterdiğini 2004 yılında Tel Afer'in başına gelen felaketi konuşmadan izah etmek imkansız. Hem ABD'nin silahlandırdığı Arap Şiiler hem de 1990'dan beri ABD'nin himayesindeki Kürt milislerin Tel Afer'de neler yaptıklarını konuşmadan IŞİD'in yeni lideri olacak isimler arasında neden bir Sünni Türkmen'in bulunduğunu izah etmek de kabil değil. Dolayısıyla Tel Afer'de 2004'te kırılmaya başlayan bir fay bugün Irak'ta hem Ezidileri hedef alan hem de onbinlerce Türkmen'in canına mal olan bir depreme dönüştüyse bunu sadece birkaç yıllık savaşla izah edemeyiz.

Irak'ta Sünni direnişin 2004 yılında Felluce'de gösterdiği başarı fosfor ve napalm bombalarıyla gölgelenirken ABD Ordusunun Irak'ta devam eden operasyonlarında sivil kayıpların istatistiğini tutmadığı birkaç yıl sonra Wikileaks belgeleriyle ortaya çıkacaktı. Fakat Irak'ta sivil kayıpları istatistik verisi olarak dahi kaydetmeye değer görmeyen ABD Ordusu kendi hikayesini büyük bir dikkatle yazılı hale getirdi. "Irak Savaş Sahasında ABD Kara Kuvvetleri: İşgal, İsyan ve İç Savaş: 2003 - 2006 Cilt I" ve "Irak Savaş Sahasında ABD Kara Kuvvetleri: Yığınak ve Çekilme 2007 - 2001 Cilt II" başlıklarıyla internet üzerinden yayınlanan iki raporlar manzumesi Türk diline aktarılmayı bekliyor. Sadece metalik askeri raporlardan ibaret olmayan ciltler ABD Ordusunun kendisini eleştirdiği mühim detaylar da barındırıyor. Wikileaks Irak Savaşına dair dört yüz bin belgeyi sızdırmasaydı bu raporlar yayınlanır mıydı bunu bilemeyiz fakat ABD Ordusunun bölgeye müdahelesinin İran'ın bölgesel yayılmacılığına hizmet ettiğini, demokrasinin Irak'ta toplumsal gerilimi arttırdığını ve ABD'nin bölgedeki direnişin yaygınlaşmasına karşı herhangi bir stratejisi bulunmadığını itiraf etmesi önemliydi. Nitekim bugün Irak'ta yaşanan ve her an tekrar iç savaşa dönüşebilecek krizin temelinde İran'a yönelik geniş tabanlı itiraz bulunuyor. Eğer bütün toplumsal kesimlerde her an iç savaşın tarafı olabilmelerini sağlayacak kadar silah ve mühimmat bulunuyorsa bu durum da ABD'nin bölgede uyguladığı politikalarla ilgili. Eğer bugün Irak'ta sorunları çözmesi için tarihin en değerli politik keşfiymiş gibi yapılmaya başlayan seçimler yalnızca toplumsal gerilimi arttırıyorsa bu da 2003 yılında ABD uçaklarının gökyüzünden bıraktığı demokrasiyle alakalı. Irak'ta demokrasinin, İran'ın görünmeyen ülkenin dört bir köşesinde hissedilen hakimiyetinin ve stratejik yoksunluğun bir fay hattına dönüşmesine karşın toplum tamamen çaresiz durumda.

2010 yılında Irak halkının yaşadığı bütün olayları olanca vehametiyle ortaya döken Wikileaks belgeleri yayınlandığında Irak'ın Şii militan Başbakanı Nuri el Maliki bu belgelerin yayınlanmasının Irak'ın içişlerine müdahale olduğunu savunmuş ve belgelerle yeni hükümetin kurulma çalışmalarının baltalandığını iddia etmişti. Belgelerde gözaltına alınan Iraklıların öldürüldüğü, tutuklularının parmaklarının kesildiği ve asitle yakıldıkları, 2007 yılında çoğunluğu sivil 26 Iraklının ABD helikopterleri tarafından paramparça edildiği, Amerika askerlerinin teslim olan iki Iraklı direnişçiyi infaz ettiği gibi detaylar vardı ve dönemin Şii Başbakanı Maliki'ye göre bu bilgilerin medyaya servis edilmesi önemliydi çünkü hükümeti kurma süreci baltalanıyordu. Yani Şii Başbakan Maliki'ye göre Amerikalıların Iraklılara ne yaptığının bir önemi yoktu fakat tam da Maliki hükümeti kuracakken bunları yayınlaması sorundu. Daha da ötesi ABD için Iraklı sivillerin ölümü kaydedilmeye değer bir veri dahi değildi. Amerikalılar savaşta ölen sivillerle ilgili resmi bir istatistik tutmadıklarını açıklamışlardı ve tahminlerine göre 66 bini sivil olmak üzere 109 bin kişinin ölmüş olması gerekirdi. Belgelerle ilgili ABD Savunma Bakanlığı tarafından yapılan izah da Maliki'yi cesaretlendirecek nitelikteydi ve bu belgelerde hem yeni bir şey yoktu hem de bu bilgiler operasyonel birliklerin kaba gözlemlerine dayanıyordu.

Irak'ta hikayenin kendisine odaklanmadan sonuçlarını tartışmak her ne kadar yaygın bir yanlış olsa da doğruyu aramaya memuruz. Ölümleri dahi kayda değer bulunmayan Sünnilerin IŞİD'e neden dönüştüğü Irak'ta gerçekçi bir tarihsel yüzleşmeye konu edilmedikçe herhalde fay hatlarının ilk kırılma noktası da nereye kadar uzanabileceği de anlaşılamayacak. İran'ın Irak işgalini Iraklı Şiilere ve Arap Şiiliğine nüfuz için fırsata çevirmesinin Irak Şiilerinde ve Arap Şiiliğinde doğurduğu travma konuşulmadan 'Şii yayılmacılığı' analizlerinin gerçekçi bir tarafı olmadığı da Irak'ta anlaşıldı. 1980'li yıllarda İranlı Şiilere karşı savaşan Iraklı Şiiler için herhalde sırf Şii oldukları için İranlıların ülkeye hakim olmasını kabul etmek o kadar kolay değil. 1980'lerde Iraklı Şiiler ile İranlı Şiiler arasında oluşan fay hattı bugün hala depremler doğuruyorsa ve tarihsel anlamda da Şiilere kimin öncülük edeceğine dair devam edegelen bir tartışma varsa Irak'taki krizi konuşurken belki de en başta bu soruna yönelmek icap eder.

Gelinen noktada Irak'ta fay hatlarını konuşmadan depremleri anlamaya çalışmak gibi bir garabetle yüz yüzeyiz. Fay hatlarını konuşursak hükümetin düşmesi ve Iraklıların neden en küçük bir hakka sahip olabilmek için ölmek zorunda kaldığını sorarsak iç savaşın başlaması riskleriyle karşılaşmak zorunda kalacağız. Irak'ta hakim politik dilin Iraklıları tebaa olarak dahi görmeyi başaramamasından kaynaklı durumun her on yılda bir uluslararası müdahaleyi zaruri kılacak bir afete dönüşmesi karşısında çaresiz durumdayız. 10 yılda bir tekrarlanan bu deprem göç, ekonomi ve uluslararası denge anlamında Türkiye'yi de ciddi şekilde etkiliyor. Belki de bir gün bu etkileri konuşurken konu Hamis el Hançer'e gelir ve neden Abdulmehdi - Hançer ikilisine bu kadar güvendiğimizi tartışmak zorunda kalırız.

Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi'ye göre alternatif olmadan hükümetin feshedilmesi doğru değil. Aradan 9 yıl geçti ve Irak'ta pek bir şey değişmedi. 9 yıl önce Nuri el Maliki Wikileaks belgelerinin işaret ettiği büyük acıları umursamadan hükümeti kurma sürecinin baltalandığını düşünüyordu bugün ise Adil Abdulmehdi alternatif olmadığı için hükümetinin göreve devam etmesi gerektiğine inanıyor.