Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 47. Başkanı Donald Trump, başkanlık koltuğuna oturduktan kısa süre sonra Yemen’deki Husileri terör örgütü listesine ekledi. Bu politikanın devamı olarak, 15 Mart'ta İngiltere ile ortaklaşa düzenlenen hava saldırılarıyla Yemen'deki Husi mevzilerini hedef aldı. İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği soykırıma tepki olarak Kızıldeniz'de ticareti bloke eden Husileri "cezalandırma" amacı taşıyan bu saldırılarda yüzlerce sivil hayatını kaybetti. Her ne kadar saldırgan iki ülke olan ABD ve İngiltere saldırıların Husilerin bölgedeki askeri kapasitesini zayıflatacağını savunsa da bölgedeki insani krizi daha da derinleştiren bu operasyonlar uluslararası alanda büyük tepkilere neden oldu. Husilerin misilleme tehditleri bölgedeki gerilimi artırırken, saldırılar Yemen'de daha büyük çaplı bir savaşın başlangıcı mı sorusunu gündeme getirdi. Bununla birlikte yaşanan son gerilim bölge güvenliği ve özellikle Kızıldeniz’de güvenlik için kritik bir anlam ifade ediyor. Nitekim bu saldırıların bölge için daha büyük bir savaşın başlangıcı olabileceği yorumları gündeme geliyor. Fakat bu süreç İran-ABD gerilimini tırmandırsa da bölgesel yayılma alanı oldukça zayıflayan Tahran'ın Trump yönetimindeki ABD'yi karşısına alma ihtimali oldukça düşük.
Bölgesel güvenlik ve Kızıldeniz'deki tehditler
Kızıldeniz, küresel ticaretin en stratejik geçiş noktalarından biri olarak, dünya ekonomisi açısından hayati önem taşımaktadır. Husilerin İsrail'in Gazze soykırımına karşı misilleme olarak Kızıldeniz'de ticaret gemilerini hedef alması, ABD ve İngiltere'nin müdahalesine zemin hazırladı. Ancak, ABD'nin operasyonları sadece deniz güvenliği sağlama amacını taşımıyor. Bu saldırılar, Washington'un İran'a yönelik bölgesel stratejisinin bir parçası olarak okunabilir. Filistin, Suriye, Lübnan gibi noktalarda İsrail üzerinden İran destekli grupların etkinliğini azaltan ABD, Yemen'e odaklanarak bölgesel gerilimi artırmaktadır. Birçok uzmana göre, ABD'nin bir sonraki hedefi Irak'taki İran destekli milisler olabilir. Dolayısıyla ABD'nin Yemen'deki saldırganlığı, bölgedeki istikrarsızlığı artıran bir sürecin parçasıdır. İsrail’in Gazze’deki soykırımına tam destek veren Washington yönetimi, bu tutumuyla bölgedeki tansiyonu artırmakta ve İran'a yakın grupların daha fazla radikalleşmesine ve hatta güç kazanmasına neden olmaktadır. ABD'nin İsrail'e koşulsuz desteği, Filistin'deki savaşın daha da derinleşmesine yol açarken, aynı zamanda bölgedeki direniş gruplarının sertleşmesine ve yeni cephelerin açılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, sadece Yemen veya Gazze ile sınırlı kalmayıp, Lübnan, Irak ve Suriye'de de güvenlik risklerini artırabilir.
Trump'ın İran stratejisi
ABD'nin Husilere yönelik saldırıları, Trump yönetiminin İran'ı bölgesel vekilleri üzerinden zayıflatma politikasının bir yansımasıdır. Trump’ın bir İran stratejisinin olup olmadığı tartışmalarının yaşandığı bu günlerde gerek İsrail’in Lübnan, Suriye ve Filistin'deki saldırganlığı gerekse ABD'nin Yemen ve bölgenin muhtelif noktalarına yaptığı ve yapabileceği saldırılar Trump'ın İran’a yönelik maksimum baskı politikası uygulayacağı argümanını güçlendirmektedir. Dolayısıyla Yemen'de İran destekli Husilere yönelik askeri müdahaleler, Washington'un, İran'ın bölgedeki nüfuzunu daraltma çabalarının bir devamı olarak görülebilir. Trump yönetimi, İran’a yönelik "maksimum baskı" stratejisini Filistin, Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak üzerinden yürütmektedir. İsrail’in Gazze'ye yönelik saldırıları, Filistin'deki İran etkisini kırarken, Lübnan'da Hizbullah'a karşı sürdürülen askeri operasyonlar, İran'ın Lübnan üzerindeki kontrolünü zayıflatmıştır. Benzer şekilde, Suriye'de Esad rejimine verilen İran desteği, İsrail ve ABD tarafından hedef alınmış ve İran'ın Suriye'deki konumu büyük ölçüde zayıflatılmıştır. Yemen'de gerçekleştirilen son saldırılar, bu sürecin bir parçasıdır.
Husiler, İran'ın Yemen'deki en önemli vekil gücü olarak, Kızıldeniz ticaret yollarını tehdit ederek bölgesel dengeleri sarsmaktadır. ABD ve İngiltere'nin bu saldırılarla Husileri etkisiz hale getirme girişimi, İran’ın Yemen’deki varlığını azaltmaya yönelik bir adım olarak değerlendirilmektedir. Ancak, bu saldırılar bölgesel gerilimi azaltmak yerine daha fazla çatışmayı tetikleyebilir. ABD'nin İsrail'i desteklemeye devam etmesi ve İran’a karşı saldırgan politikalarını sürdürmesi, bölgedeki tüm aktörleri sertleşmeye ve daha agresif bir politika izlemeye itmektedir. Yemen'deki saldırılar, kısa vadede ABD'nin hedeflerine ulaşmasını sağlayabilir, ancak uzun vadede bölgesel savaşların derinleşmesine ve ABD'nin bölgedeki müttefiklerinin dahi zarar görmesine neden olabilir.
Bölgesel savaşın ayak sesleri: Sıradaki hedef Irak mı?
ABD'nin Yemen operasyonları, bölgedeki vekil savaşlarının daha da genişleyebileceğine dair önemli işaretler sunmaktadır. Washington'un Yemen'den sonraki hedefinin Irak olması muhtemeldir. Irak'ta İran'a yakın Haşdi Şabi grupları, İran'ın bölgedeki en önemli askeri ve siyasi araçlarından biri olarak görülmektedir. Trump yönetimi, İran'ın Irak'taki nüfuzunu kırmak için Haşdi Şabi gruplarına yönelik yaptırımları artırmış, bu grupları hedef alan operasyonlar için zemin hazırlamıştır.
Irak, İran için hem ekonomik hem de stratejik bir merkezdir. Tahran, Irak üzerinden petrol ticareti yaparak ABD yaptırımlarını aşmakta ve bölgedeki vekil güçlerine finansman sağlamaktadır. ABD'nin Irak'taki İran destekli grupları hedef alması, İran'ın finansal kaynaklarını kesmeyi ve bölgedeki nüfuzunu daha da zayıflatmayı amaçlamaktadır. Ancak bu süreç, Irak içinde yeni bir çatışma dalgasını tetikleyebilir ve ABD'nin bölgede yeni bir askeri angajmana sürüklenmesine yol açabilir.
İran ve ABD: Gerilimin yeni boyutu
ABD'nin Yemen'deki saldırıları, İran ile doğrudan bir savaşa yol açmasa da iki ülke arasındaki gerilimi tırmandırabilir. İran, doğrudan ABD ile bir savaşa girmekten kaçınsa da bölgedeki vekil güçlerini kullanarak misilleme yapma kapasitesine sahiptir. Husiler, ABD'nin Yemen'deki varlıklarını ve müttefiklerini hedef alarak karşılık verebilir. Ayrıca, İran'ın Irak, Suriye ve Lübnan'daki müttefik grupları, ABD üslerine ve İsrail hedeflerine yönelik saldırılar gerçekleştirebilir.
Washington, İran'a yönelik baskıyı artırırken, Tahran da bölgedeki vekil güçleri aracılığıyla direnmeye devam edecektir. Ancak, bu süreçte asıl zarar gören ülkeler, bölgesel istikrarsızlıktan en fazla etkilenecek olan Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye olacaktır. ABD'nin "maksimum baskı" stratejisi, bölgeyi daha büyük bir kaosa sürükleyebilir ve uzun vadede ABD'nin bölgedeki güvenlik politikalarının başarısız olmasına yol açabilir.
Sonuç olarak, ABD ve İngiltere'nin Yemen'e yönelik son hava saldırıları, yalnızca Husilere karşı bir askeri operasyon olmanın ötesinde, İran'a yönelik daha büyük bir stratejinin parçasıdır. Ancak bu süreç, bölgeyi daha büyük bir savaşa sürükleme riski taşımaktadır. İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği soykırım ve ABD'nin ona verdiği destek, bölgedeki tansiyonu tırmandırarak İran-ABD hattındaki gerilimi artırmaktadır. Bu koşullar altında, ABD'nin Orta Doğu'da sürdürdüğü politika, uzun vadede bölgenin istikrarsızlığını derinleştirebilir ve bölgesel savaş riskini artırabilir.
[Dr. Mehmet Rakipoğlu, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]
Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber editoryal politikasını yansıtmayabilir.