İran, İsrail'in 1 Nisan'da Şam'daki konsolosluğunu bombalamasına 13 Nisan'da karşılık verdi. 1 Nisan'daki saldırıda 2'si general olmak üzere 7 üst düzey Devrim Muhafızı hayatını kaybetmişti. İran'ın kendi topraklarından başlattığı misillemede onlarca insansız hava aracı (İHA) ve seyir füzesi kullanıldı. Fırlatılan mühimmat sayısal olarak etkileyici olsa da, neredeyse tamamı İsrail'in Demir Kubbesi ve müttefik hava savunma sistemleri tarafından engellendi ve hiçbir kayıp yaşanmadı.

Tahran'ın bölgedeki destekçileri İran'ın ilk kez bölgesel vekillerine başvurmadan doğrudan İsrail'i hedef aldığının altını çiziyor. Böyle bir kararın Tahran'ın hareket tarzı üzerindeki etkisi ne olursa olsun, bu olay birçok kazananı ve kaybedeni ortaya çıkardı.

Misillemenin 2 kazananı

Bu hamlenin en büyük kazananı İsrail, özellikle de Başbakan Binyamin Netanyahu oldu. Netanyahu son haftalarda Batılı siyasi çevrelerdeki pek çok destekçisini kızdırdı. Netanyahu İran'ın misillemesiyle ortaya çıkan fırsatı Batı'nın İsrail'i askeri ve siyasi olarak desteklemeye devam edeceğine dair verdiği sözü tazelemek için kullandı.

"Gazze'nin dahil edilmediği Lübnan ateşkesi eksiktir!" "Gazze'nin dahil edilmediği Lübnan ateşkesi eksiktir!"

Savaşın başından beri İsrail'i tereddütsüz destekleyen Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) ve kilit Avrupa ülkelerine verdiği bu mesajla Netanyahu, geçen ay ABD Senatosu Çoğunluk Lideri Chuck Schumer'den siyasi kaderiyle ve Gazze'deki soykırım girişimiyle ilgili aldığı sert eleştirileri ve konu özelindeki tartışmaları başarılı bir şekilde saptırdı. [1]

İran, iç kamuoyunda ve Orta Doğu'daki sempatizanlarının gözünde zedelenen itibarını kurtararak diğer kazanan oldu. İran, İsrail'in konsolosluk saldırısına misilleme yapmasaydı ya da Kuzey İsrail'de Hizbullah'a yönelik son derece sembolik birkaç saldırıyla geçiştirseydi İran'ın güvenilirliği ciddi şekilde sorgulanacak ve klasik bahanesi olan "bölgesel gerginlikten kaçınma" işe yaramayacaktı. İran için itibar kurtarıcı bu önlem şimdilik sorunu çözmüş gibi görünüyor. Dahası İran, açıklamasında Birleşmiş Milletler (BM) Şartı'nın 51. maddesine atıfta bulunarak misillemenin konsolosluk saldırısına karşılık olduğunu yineledi. Böylece İran, 7 Ekim'i takip eden haftalarda ABD'ye söz verdiği gibi Gazze'de savaştan kaçınma taahhüdünü sürdürdü. Dolayısıyla İran, bu hamleyi İsrail-Filistin çatışmasının dışında konumlandırdı ve misillemenin bu şekilde algılanması gerektiğini vurguladı.

Kim kaybetti?

İsrail'in Gazze'deki soykırımına maruz kalan siviller kaybeden tarafta yer aldı. Ayrıca, bu olay dünyanın dikkatini İran'a çevirdi ve kötü adam rolünü İran üstlendi.

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerine bir saldırı düzenleme ihtimali İran'ın bu tür saldırılara nasıl karşılık vereceği veya Suriye ve Irak'taki vekilleri aracılığıyla sahadaki bölgesel ağırlığını nasıl canlı tutacağı konusunda soruları ve spekülasyonları ortaya çıkarıyor. Bu tür tartışmalar dikkatleri Gazze'den başka bir konuya çekiyor. Bu durum Batı medyasının sivil kayıplara ve diğer çeşitli savaş suçlarına olan ilgisini ve farkındalığını azaltma riski taşıyor. Yani Tahran, Tel Aviv'in oyununa gelerek İsrail'in günden güne kaybettiği anlatılar savaşında çok ihtiyaç duyduğu bir kaçışı sağladı. Dahası, Batı'nın İsrail yanlısı tutumunun verdiği güvenle İsrail yeni savaş suçları işlerken sınır tanımayabilir.

Ayrılmaz bir üçlü

İran'ın misillemesi İsrail'in konsolosluk saldırısına tam bir yanıt olmasa da bölgedeki sempatizanlar arasında özellikle de Direniş Ekseni olarak adlandırılan grup içinde bir itibar avantajı sağladı. Tahran, Birinci Körfez Savaşı sırasında sadece Saddam Hüseyin tarafından başarılan İsrail'i doğrudan vurabilecek bir aktör olarak imajını güçlendirdi.

Aynı şekilde Tahran'ın güçlendirilen statüsü, İsrail'in Batı'dan sürekli siyasi ve askeri destek almasına ve ABD'nin varlığının devam etmesine olanak tanıyor. Bu üçlü irtibat, bölgesel jeopolitik hakkında çok şey ortaya koyuyor. ABD, İran ve İsrail tarafından temsil edilen ayrılmaz üçlünün [2] Filistin davasına nasıl zarar verdiği ise ortada.

İran'ın misillemesinin kısmen İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısına bir yanıt olduğu iddia edilse de, İran aslında İsrail'in arzu ettiği anlatıya hizmet etti. Ayrıca bu durum, ABD'nin birçok Amerikan seçmeni arasında popüler olan Orta Doğu'dan çekilme söylemine [3] rağmen bölgedeki askeri ayak izini sürdürmesi için bahaneler de sağlıyor.

İran'ın tepkisi, karmaşık manevralarla karakterize edilen bir Batı filminin senaryosuna benziyor. Bir aktör gerçek bir zarar vermeden diğerine karşı bir tehlike hissi yaratır. Ardından, tehdit altında olduğu algılanan aktör 3'üncü bir tarafı şerif rolünü üstlenmeye, koruma sağlamaya ve dengeyi yeniden tesis etmeye çağırır.

Bu arada vekilleri aracılığıyla ilettiği ABD'nin Orta Doğu'dan çekilmesi ve İsrail'in Filistin'e yönelik zulmüne son verilmesi gibi hedefleri yerine getirilmediğinde bile Tahran, bölgedeki hedef kitlesi arasında itibarını artırdı.

Kısacası, Orta Doğu'da hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Meslekten olmayan insanlara sadık düşmanlar gibi görünen bu aktörlerin ilan ettikleri hedefler birbirleriyle çelişiyor gibi görünse dahi çıkarlarının aynı çizgide olduğu bir durumla karşı karşıya olabiliriz.