Özel

İsrail'in Filistin'i dijital işgali ne boyutta?

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Seren, İsrail’in Filistin’i dijital olarak nasıl işgal ettiğini ve Fiziksel işgalin dijital araçlarla nasıl desteklendiğini kaleme aldı.

Abone Ol

21. Yüzyıl, savaşın, geleneksel sınırlılıklarından kurtulması itibarıyla daha farklı bir kırılma yaratırken bilgisayar ve internet teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, muharebe meydanlarını dijital boyuta taşıdı. Böylece 2000’li yıllardan itibaren fiziksel, dijital ve siber-uzay alanlarında kazanılan imkan ve kabiliyetlerin birbirine eklemlendiği yeni tür askeri taktik ve stratejiler devreye sokuldu.

Oslo Anlaşması gölgesinde Filistin’in dijital işgali

Kuşkusuz bu durum kaçınılmaz bir şekilde günümüz muharebelerine yansıdı. Bunun en bariz ve somut örneklerinden birisi İsrail-Filistin çatışmasında ortaya çıktı. İsrail, Filistin’i adım adım hem fiziksel hem dijital olarak işgale yöneldi. İsrail’in Filistin’in bilgi ve iletişim teknolojileri (ICT) altyapısını kontrolü 1967 yılına uzanmakla birlikte, topyekun dijital işgalin miadını Oslo Anlaşmalarına, 1993 ve 1995 yıllarına dayandırmak mümkündür. Her ne kadar Oslo Anlaşması, İsrail-Filistin çatışmasını çözmeyi, Filistin devlet inşa sürecini başlatmayı ve bu kapsamda işgal altındaki toprakların bir kısmının kademeli biçimde Filistin Yönetimi’ne devrini kolaylaştırmayı amaçlasa da teori ile pratiğin çıktıları kati suretle örtüşmedi. Bilakis, Oslo Anlaşması’nın siyasi, idari ve güvenliğe ilişkin düzenlemeleri, Filistin’in dijital açıdan işgalinin temellerini attı.

Tel Aviv Yönetimi Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ), Filistinlilerin yaşam koşullarını iyileştirme iddiasıyla işgal altındaki toprakların telekomünikasyon ağları ve kamu hizmetleri dahil olmak üzere altyapının geliştirilmesine yönelik birtakım hükümler benimsettirdi ve bu sayede ulaşım ve iletişim altyapısı üzerinde kontrol fırsatı elde etti. Bu anlamda İsrail’in Oslo Anlaşması ile artık Filistin’in kendisine ait ayrı ve bağımsız bir telekomünikasyon sistemi kurma ve işletme hakkına sahip olacağına dair vaadi, anlaşmanın dayattığı koşullar altında bağımsız sistem iddiasının imkansız hale getirilmesinden ibaret kaldı. Keza Oslo Anlaşması kapsamında istihbarat paylaşımı, ortak devriye, güvenlik koordinasyonu mekanizması gibi hususlara dair imzalanan güvenlik işbirliği sayesinde İsrail, Filistin güvenlik güçleri tarafından toplanan bilgi ve verilere erişim imkanı elde ederken, bu imkanı işgal altındaki toprakların gözetim ve denetimi için kullandı.

Yine Oslo Anlaşması kanalıyla İsrail Hükümeti, sınırların belirlenmesi gayesinin ötesinde kontrol noktaları, hareket ve seyahat kısıtlamaları ile kişi, mal ve hizmetlere dair tüm geçişlerin kontrolünü eline aldı. Bu hususta, biyometrik tanımlama sistemleri ve gözetleme kameraları gibi dijital teknolojileri yaygın şekilde kullanıma sokan İsrail, Filistin halkının tüm hareketlerini kolaylıkla izleyip kontrol edebileceği bir sistem inşa etti. Bunlara ilaveten İsrail, Oslo Anlaşmaları üzerinden Filistinlilerin nüfus kayıtları, ikamet izinleri, kimlik belgelerinin düzenlenmesi, sağlanan sosyal hizmetler gibi her türlü bilginin yer aldığı dijital veri tabanları ve kayıt sistemlerine erişim imkanına kavuştu. Özetle İsrail, Oslo Anlaşması ile Filistin’ine ait ICT sektörünün tamamını işgal ederek kontrolü altına aldı. Altyapı, güvenlik, sınırlar ve nüfus kayıtları dahil her türlü bilginin doğrudan Tel Aviv’e aktığı bir mekanizmayla Filistin tam bir gözetim toplumuna dönüştürüldü. Böylece İsrail gayri hukuki yollarla gasp ettiği yerleşim yerlerini gün be gün genişletirken Filistinliler hak ve özgürlüklerine getirilen kısıtlamaları, uluslararası topluma gerektiği şekilde duyuramadılar.

Filistin: Havadan işgal edilmiş bir yerleşim bölgesi

2000’li yıllarla beraber İsrail, askeri mevcudu itibarıyla daha az insan gücüne dayalı, daha az insan etkileşimli ve uluslararası kamuoyunda daha az görünürlüğü önceleyen bir stratejiye geçti. Filistin işgali giderek daha dijital ve teknolojik bir çehreye büründü. Bu bağlamda İsrail Filistin’i havadan keşif ve saldırı dronları, uzaktan kumandalı makineli tüfekler, CCTV kamera ve güvenlik sistemleri, gama ışın dedektörleri, sonik görüntüleme cihazları, uzaktan kumandalı buldozerler ve tekneler, elektrikli çitler ve diğer birçok yeni teknoloji ürünüyle topyekun bir kontrol ve gözetim altına aldı. Bu nedenledir ki, 2000’li yıllardan itibaren Gazze, “havadan işgal edilmiş bir yerleşim bölgesi”, “dünyanın en büyük açık hava hapishanesi” ve “en son askeri teknolojiler için test alanı” olarak nitelenmeye başladı.

Nitekim İsrail’in Filistin’i dijital işgali zamanla daha ofansif bir pozisyona evirilirken, bu durum gerek çatışmanın tarafları gerekse uluslararası toplumun tutumunda önemli değişikliklere yol açtı. Bunun birinci yansıması, enformasyon savaşı ile propaganda savaşında cereyan etti. Şüphesiz, çatışmanın her iki tarafı da, kendi söylemlerini tanıtmak, bilgi ve propaganda savaşını yürütmek için dijital teknolojilerden yoğun şekilde istifadeye yöneldiler. Bu bağlamda Twitter, Facebook, Instagram ve YouTube gibi sosyal medya platformları, her iki tarafın kendi davalarını savunmak için kullandıkları önemli enstrümanlar oldu. Ne var ki İsrail, Filistin kanadının sosyal medya kanalları üzerinden çatışmayla ilgili gerçek zamanlı haber, resim, video, makale ve kişisel hesaplar paylaşarak uluslararası kamuoyunu bilgilendirme, ilgi çekme ve algı şekillendirme ihtimaline karşı birçok kısıtlama getirdi. Ayrıca İsrail, Filistin kanadından yönelecek enformasyon savaşına karşı dezenformasyon ve manipülasyon savaşı başlattı. Örneğin, Filistin tarafından işlenen en küçük bir suç yahut hatanın, o topluma yönelik genel bir “itibarsızlaştırma” hatta “teröristleştirme” kampanyasına dönüştüğüne çok defa şahit olduk. Bununla birlikte, 2016 yılında İsrail hükümetinin Filistinlilerin sosyal medya paylaşımlarını potansiyel güvenlik tehditlerine karşı izlediği ve şiddet eylemlerinde bulunma ihtimali olan kişileri tespit etmek için tahmine dayalı analizler kullandığı raporlandı. Ancak İsrail, enformasyon ve propaganda savaşında üstünlüğünü koruduğunu düşünse de, küresel medya ve bilgi okuryazarlığı arttıkça İsrail’in tutumuna yönelik tepkiler uluslararası sivil toplum kanadında giderek büyüyen ve yayılan bir tepkiye yol açtı.

Dijital işgalin ikinci yansıması siber alanda oldu. Taraflar öncelerinde “kalpleri ve beyinleri kazanmak” ancak ilerleyen süre zarfında birbirlerini tamamen felce uğratmak maksatlı siber eylemlere yöneldiler.[1] Son birkaç senedir Hamas’ın siber kapasitesini geliştirdiğine ilişkin haber sayısında dikkat çekici bir artış yaşanmasına karşın, siber savunma ve saldırı kapasitesi itibarıyla İsrail’in dünyanın önde gelen ülkelerinden birisi olduğu hatırda tutulmalıdır. Örneğin 2014'te İsrail’in Koruyucu Hat Operasyonu (Operation Protective Edge) adını verdiği namıdiğer İsrail-Gazze çatışması esnasında, Hamas’ın iletişimini bozmak ve askeri altyapısını hedef almak üzere İsrail’in siber yeteneklerini devreye soktuğu bildirildi. Bu kapsamda İsrail, Hamas’ın web sitelerine ve sosyal medya hesaplarına karşı siber saldırılar düzenleyerek saldırıları koordine etme ve propaganda yayma kabiliyetlerini engellemeyi amaçladı. Keza 2018'de Gazze sınırında gerçekleşen protestolar esnasında, olayları yanlış yansıtmak ve protestolara ilişkin uluslararası toplumun algısını etkilemek için sosyal medyada sahte görüntü ve videoların dolaşıma sokulduğuna dair raporlar yayımlandı.

Buna karşılık İsrail askeri ve güvenlik güçlerinin mermi ve göz yaşartıcı bombalarla hedef aldığı Filistinli protestoculara ait görüntü ve videolar Twitter’da #GreatReturnofMarch etiketi ile tüm dünya çapında trend oldu. İsrail’in yaptığı ağır insan hakları ihlaline ilişkin kanıtların dijital mecrada hızlı ve yaygın şekilde dolaşıma girmesi, Filistin davasına uluslararası destek toplanmasında önemli bir kanıt rolü oynadı. Örneğin Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi tarafından kapsamlı bir soruşturma yürütmek üzere oluşturulan Komisyon, marttan yıl sonuna kadar geçen sürede 6 bin 106 silahsız protestocunun İsrail keskin nişancıları tarafından vurulduğunu, bunlardan 35’i çocuk 189 kişinin öldürüldüğünü açıkladı. Komisyon, elde edilen haklı gerekçelere binaen İsrail’in Gazze’de yaptıklarının savaş suçu ve insanlığa karşı suç kapsamına girebileceğini belirtti.[2]

İsrail tüm suçlarını dijital işgalin sunduğu imkanlarla kararttı

Son olarak İsrail’in dijital işgalinin, Filistin kanadında dijital aktivizmi ve savunuculuğu harekete geçirdiğinden bahsedilmelidir. İsrail’in hukuk dışı uygulamaları karşısında Filistinli aktivistlerin, uluslararası toplumun desteğini harekete geçirmek, protestolar düzenlemek ve insan hakları ihlalleri ve adaletsizlikler hakkında farkındalık yaratmak için giderek artan şekilde dijital platformlara başvurdukları gözlemlendi. Filistinli aktivistler, dayanışma hashtagleri açtılar, bağış toplama kampanyaları yaptılar ve uluslararası konjonktürün önde giden politika yapıcılarını harekete geçirmek için dijital dünyada imzalar topladılar. Ancak İsrail’in Filistin üzerinde kurduğu yıkıcı baskının somut bir tezahürü olarak Filistinliler hep sansür ve içerik düzenlemesine maruz kaldılar. Malum İsrail’in politikalarını eleştiren aktivist, gazeteci ve insan hakları savunucuları birçok defa kendilerinin dijital gözetim araçları üzerinden hedef alındıklarına dair endişelerini dile getirdiler. Bu minvalde İsrail istihbarat topluluğunun, tehdit veya hasım olarak algılanan kişi ve kuruluşlara yönelik dijital gözetim ve izleme faaliyetleri kapsamında sofistike siber gözetim araçlarını yaygın ölçekte kullandığı, iletişimin kesilmesinden işten çıkarmaya ve gözaltına değin birçok caydırıcı ve cezalandırıcı uygulamalara başvurduğu not düşülmelidir.

Yukarıda aktarılan tarihsel seyir ve sunulan tüm örnekler, İsrail’in dijital alanı savaşın ayrılmaz bir enstrümanı haline getirdiği ve Filistin’i adım adım dijital olarak topyekün işgale yöneldiğini kanıtlar mahiyettedir. Nitekim 7 Ekim saldırılarından günümüze devam eden süreçte İsrail, Filistin’de icra ettiği insanlığa karşı suçları dijital işgalin sunduğu imkanlarla karartmaktan asla imtina etmedi. İsrail’in CCTV kamera ağı, biyometrik tanımlama sistemleri, İHA’lar, sosyal medya denetim ve izleme sistemleriyle çevrelediği dünyanın en büyük açık hapishanesinde yaşam mücadelesi veren Filistin halkı, sosyal medya platformları aracılığıyla anlık haber, fotoğraf ve videolarla dünyaya seslerini duyurmaya çalıştılar lakin internete dahi erişimleri engellendi. Filistin’in ulaşım ve iletişim altyapısının tüm kontrolünü elinde tutan Tel Aviv Yönetimi, işgal altında yaşayan Filistin halkının dijital teknolojilere erişimini sınırlandırdı, internet hızını düşürdü, tüm bağlantıları kesti, sosyal medyada içerik kısıtlaması ve gölgeleme yaptı, Filistinli aktivist ve savunucuların sosyal medya hesaplarının askıya alındığını veya içeriklerinin platformlar tarafından kaldırıldığını bildirdi, toplu işten çıkarma yaptı ve öğrencileri okul ve yurtlardan attı.

[1] “Hamas and Israel step up cyber battle for hearts and minds”, BBC, 15 July 2014, https://www.bbc.com/news/world-middle-east-28292908

[2] “BM: İsrail, Gazze'de savaş suçu işlemiş olabilir”, BBC, 28 Şubat 2019, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47400282

[3] “Palestinian Hackers Hit 100 Israeli Organizations in Destructive Attacks”, Security Week, 03 January 2024, https://www.securityweek.com/palestinian-hackers-hit-100-israeli-organizations-in-destructive-attacks/

​[Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Seren savunma, güvenlik ve istihbarat alanında çalışmalarını sürdürmektedir.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber'in editöryal politikasını yansıtmayabilir.