Geride bıraktığımız pazartesi günü Hindistan, modern dünyada ender görülebilecek bir gösteriye tanık oldu. Uttar Pradeş'in Ayodhya kasabasında Ram Tapınağı'nın açılışı için düzenlenen dini törende Başbakan Narendra Modi’nin merkezinde yer aldığı din, devlet ve belki de en önemlisi medyanın tamamen birleştiği bir gösteri sergilendi. Hintçe, İngilizce ve farklı eyalet dillerindeki birçok haber kanalının kesintisiz olarak yayınlandığı törene film yıldızları, sporcular, sanayiciler gibi ülkenin tüm seçkinleri katıldı ve yarı ulusal tatile dönüştürüldü. Milyonların izlediği etkinlik için 1500 kilogram inek gübresinden yapılmış 30 metre uzunluğunda bir tütsü çubuğu yakıldı ve bebekler bu kutsal günlerde doğsun diye erken doğuma alındı.

Tüm bu gösteri 1992’de ülke Müslümanlarının en önemli sembollerinden biri olan Babri (Babür) Camisi’nin Hindu fanatiklerce yıkılışı sonrası yerine inşa edilen Ram Tapınağı’nın açılışı içindi. Devlet ile Hindu inancını birleştiren törene bir Orta Çağ Hindu hükümdarı imajıyla katılan Başbakan Modi, tapınağı Hindistan'ın "ulusal bilinci" bağlamında tanımlayarak ülkenin artık bir Hindu Devleti olduğu tartışmalarında tarafını ilan etti. Hindu devleti ya da İkinci Cumhuriyet, adına ne dersek diyelim bir devrin sonuna gelindiğine şüphe yok. Ancak bu daha çok Hint liberalizminin sonu gibi görünüyor. Yıllarca ülkenin en büyük ötekisi olarak yabancılaştırılan Müslümanları artık daha zor günler bekliyor. Maalesef tüm bu gösterişe rağmen Hindu hacılar evlerine hayal kırıklığı içinde dönecekler, çünkü dünyanın 3'üncü büyük tapınağı olması gereken Ram Tapınağı tamamlanmaya yakın bile değil. Hatta birinci katı bile henüz inşa edilmedi. Bu erken açılışın sebebi ise baharda yapılacak Hindistan seçimleri.

Hint sekülerizminin sonu mu?

Hindistan’da Müslümanlar uzun süredir büyük bir şiddet kampanyasına tabi tutuluyor. Bu durumun uzun yıllardır ülkedeki çeşitliliği bir arada tutan sekülerizm fikrinin çöküşe geçip siyasetin merkezine oturan Hindu milliyetçiliği (Hindutva) ideolojisiyle ilgili olduğu düşünülüyor. Nehru döneminde temelleri atılan Hintli sekülerizmin azınlıkları korumakla kalmayıp, Hintli ekonomist Amartya Sen'in vurguladığı gibi onlara önemli tavizler de verdiği belirtiliyor.

Gerçekten de bugün bir İslamofobi endüstrisi haline gelen ülkede, iktidardaki Hindu milliyetçisi Hindistan Halk Partisinin (BJP) Müslümanlara yönelik şiddeti üzerinden Hindu ulusunu ve devletini inşası süreci gözlerimizin önünde cereyan ediyor. 1992 Babri Camisi ve 2002 Gucarat Olayları’ndan eğitimde müfredat değişikliği ve Vatandaşlık Yasası Değişikliği’ne kadar hem toplumsal hem de kurumsal şiddet ritüellerine kademeli bir şekilde başvurulması şeklinde süregiden bir siyaset izleniyor.

Diğer yandan bu durum, BJP öncesi dönemde Haydarabad’daki 1948 Müslüman katliamı, Uttar Pradeş’teki 100 bin Müslümanın dönemin Doğu Pakistan’ına sürülmesi ve pogromlar nedeniyle her 50 Müslümandan birinin yani toplamda 800 bin kişinin Pakistan’a gitmesi gibi hadiselerin Hint sekülerizminin altın çağında gerçekleştiği gerçeğini değiştirmiyor. Bu açıdan azınlıklara taviz vermeyi merkeze alan Hint sekülerizminin, Hindu milliyetçiliğine doğru kaydığı görülüyor. Ayodhya'nın modern tarihi bunu en iyi şekilde ortaya koyarken, Hint liberalizmin sonunun geldiği gerçeğinin de tartışmaların merkezine alınması gerekiyor.

Yeni Hindu devleti tartışmaları

Gazze sahilleri, uzaktan çalışan Filistinliler için yeni bir çalışma alanına dönüşüyor Gazze sahilleri, uzaktan çalışan Filistinliler için yeni bir çalışma alanına dönüşüyor

Hindistan’da Hindutva'nın yükselişi büyük ölçüde seçim sandığı aracılığıyla gerçekleştirilen pasif bir devrim şeklinde gelişti. Demokrasinin neredeyse tüm unsurları önemli ölçüde zayıfladı. Zira yürütme organı üzerindeki parlamenter, yargısal ve federalist denetimler artık etkisiz hale geldi. Batılı sömürgecilerin temelini attığı diğer ülkelerde bu tarz kurumsal değişimlerin hukuki değişiklik olmadan gerçekleşmesi mümkün değilken, Hindistan’ın istisnailiği burada gözlemleniyor. Seçilmiş bir başbakanın, bir mahkeme tarafından kurulmasına karar verilen bir tapınağın açılışını yapması fikrinin tarihte hiçbir örneği yoktur. Hindistan'da Yüksek Mahkeme bünyesinde siyasi atamalar olmadan yargıçların kendilerini içeriden seçmesi, yargı bağımsızlığı açısından her zaman övülmüştür. Ancak Hindu devletinin inşasında mahkemeler, bu sürecin en temel dayanağı oldu. Nitekim iktidarın muazzam gücünün temelini oluşturan Anayasa bağlamında Modi de, Ram Tapınağı'nın açılışında Babri Camisi'nin bulunduğu araziyi tapınağa veren 2019 kararı için yargıya teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Dolayısıyla Hindu ulus ve devlet inşasında yargının desteği Modi’ye muazzam bir meşruiyet ve güç sağlıyor.

Yaklaşan Hindistan seçimleri

Hindu devletinin ana hatları, Müslümanlara karşı şiddeti içeren güncel olaylar tarafından şekillendirilerek kurumsal değişim üzerinden konsolide ediliyor. Bunun gündelik hayata yansıması, en büyük öteki, Müslümanlar başta olmak üzere azınlıklık haklarının her geçen gün daralması şeklinde gelişiyor. Bugün seçimlerde Müslüman oylarını kazanabilmek adına uygulanan politikalar bile "yatıştırma" çerçevesinde ele alınıyor. Birçok eyalette kanunlarla tanımlanan temel haklar ve düzen Müslümanlar için artık bir ayrıcalık olarak görülüyor.

Bu durumun nasıl devam edeceği pasif devrimin geleceğiyle yakından ilgiliyken, yaklaşan seçimler burada büyük önem arz ediyor. Modi, Hindu milliyetçisi tabanı konsolide etmek için Ram Tapınağı açılışını gerçekleştirdi. Bu kitle siyaseti, Hindu devletinin geleceğini tehdit ediyor. Bu doğrultuda Hindu devleti gündemine en büyük muhalefet, Tamil Nadu ve Bengal eyalet hükümetlerinden geldi. Bu eyaletler törene katılmamanın yanı sıra karşı gündemle protesto yürüyüşleri de organize ettiler. Nitekim Hindu devletinin azınlık hakları üzerindeki etkisinin eyaletten eyalete değişmesi, Bengalli ve Güney Hindistanlı Müslümanlar tarafından gözlemlenebiliyor. Dolayısıyla seçim atmosferinde Müslümanlara karşı daha şimdiden artmaya başlayan şiddetin, ilerleyen süreçte daha da artacağını öngörmek zor değil.