Enformasyon, her ne kadar tarihin her döneminde bir müdahale aracı olarak kullanılsa da yakın dönemde ortaya çıkan teknolojik dönüşüm bu müdahalenin doğasını çok keskin biçimde dönüştürdü.
Tarihin her döneminde enformasyon üzerinden siyaset, güvenlik, ekonomi ve istihbarat gibi farklı alanlara çeşitli müdahaleler söz konusu olurken, medya araçlarının çeşitlenmesiyle bu yöndeki müdahalelerin niteliği değişti.
20. yüzyılın başında, hem savunma hem de saldırı amacıyla kullanılan enformasyon kaynakları, askeri kapasite artırımı anlamında da önemli bir değişken oldu. 1940'ların başında ABD'nin bir tür saldırı konsepti olarak tasarladığı Psikolojik Savaş Dairesi de yakın tarihte enformasyonun askeri strateji konsepti içerisinde değerlendirildiği örneklerden biri.
Savaş Enformasyon Ofisi (OWI) bünyesinde ihdas edilen bu birim, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya'ya karşı verilen mücadelede, dönemin medya araçlarını (radyo, broşür) propaganda amacıyla kullanması açısından emsal teşkil etti. Alman askerlerin psikolojik muvazenelerini sarsma ve istenilen yönde etki bırakabilme adına yoğun biçimde çalışan bu birim, Soğuk Savaş döneminde etki alanını genişletti ve Sovyetlerin nüfuzunu kırma adına, bünyesine çeşitli araçları kattı. Nitekim, 1940’lar ve 50’ler boyunca Türkiye ve Orta Doğu’da ABD’li Daniel Lerner’ın yaptığı saha araştırmaları, Sovyetlere yakın ülkelerdeki ideolojik savaşın enformasyon düzlemindeki rolünü Voice of America (VOA) üzerinden göstermesi açısından değerli. Hemant Shah'ın da açıkça ortaya koyduğu gibi Soğuk Savaş sürecinde, VOA'nın dünyanın farklı noktalarındaki enformasyon eksenli müdahaleleri, ABD'nin etkisi ve gücünü artıran bir araç oldu.
Enformasyon, her ne kadar tarihin her döneminde bir müdahale aracı olarak kullanılsa da yakın dönemde ortaya çıkan teknolojik dönüşüm, bu müdahalenin doğasını çok keskin biçimde dönüştürdü. Milyarlarca kişinin bilgi ve haber akışının gerçekleştiği dijital alanlar, bilginin manipüle edilmesi ve yeniden yapılandırılmasında oldukça farklı bir düzlemi beraberinde getirdi.
Nitekim son dönemde, seçimlere müdahale tartışmalarının yanı sıra kriz ve gündem oluşturma, kitleleri manipüle etme ve dezenformasyon siyasetini üst düzeylere taşıma bu dijital mecralar üzerinden daha mümkün ve kolay olabiliyor. Polarizasyonun derinleştirilmesi, sosyal ve ekonomik sistemlerin hedef alınması, jeopolitik etkinin artırılması ve iç siyasetin enformasyon üzerinden kontrolüyle dizayn edilmesi, bahse konu manipülasyonların sonuçları olarak öne çıkıyor.
ENFORMASYON SAVAŞI İÇİN KURUMSALLIK
Son dönemde dünyanın hemen her bölgesinde artan enformasyon temelli manipülasyonlar, devletlerin bu alandaki savunma konseptini değiştirmelerini zorunlu kılıyor. Bu minvalde ülkeler hem dahil oldukları birlikler hem de müstakil inşa ettikleri kurumlarla bu alandaki savunma ağlarını güçlendiriyor. Bu konudaki önemli bir örnek, NATO bünyesinde oluşturulan Stratejik İletişim Mükemmeliyet Merkezidir (StratCom COE).
Son dönemde sosyal medyanın hibrit savaş konseptinde müdahale amacıyla oldukça sık kullanılması, merkezin kurulmasındaki esas gerekçe olarak ifade ediliyor. NATO bünyesindeki ülkelerin siber ve dijital alanlar üzerinden karşılaşabilecekleri olası risklerin erken teşhisi için çalışma yapan merkez, bu alandaki farkındalığın artırılmasını hem devlet hem de devlet-üstü düzlemlerde açık biçimde destekliyor. Özellikle son dönemde, Rusya ve Çin’in bu alandaki tehditler gerekçe gösterilerek yapılan çalışmalar, bu merkez tarafından yayınlanıyor ve geniş kitlelerin bilgisine sunuluyor. Dijital alanlardaki manipülasyonların sadece hukuki düzlem gözetilerek düzenlenmesinin yeterli olmadığı gerçeği ise devletlerin bu alandaki farkındalıklarını artırmalarını zorunlu kılıyor. Aksi takdirde, egemenliğin sadece hukuki düzlemde yapılan düzenlemelerle mümkün olduğunu düşünen devletlerin, dijital alandaki egemenliği eksik kalacak ve bu eksikler, ilgili devletlerin siber alandaki zaaflarını artıracaktır.
DEZENFORMASYONLA MÜCADELE NASIL OLMALI?
Dezenformasyonla mücadele yalnızca hükümet yetkilileriyle değil; teknoloji şirketleri, sivil toplum örgütleri, bilim insanları, medya kurumları, gazeteciler ve doğrulama platformlarının bir araya gelerek mücadele vermesi gereken bir konu.
Dezenformasyonla birlikte ortaya çıkan toplumsal sorunlar son birkaç yılda tüm dünya genelinde keskin izler bıraktı. Bireysel anlamda yarattığı psikolojiden demokratik toplumların yaşadığı sorunlara kadar geniş bir yelpazede etkiye yol açan dezenformasyon, sosyal medyanın insanlığa neler yaptığı konusunda büyük tedirginlik yaratıyor. Josep Bernstein’ın yakın zamanda belirttiği gibi, “kalabalıkların bilgeliğinden dezenformasyona geçiş” gerçekten de ani oldu.
2016 ABD Başkanlık seçimlerinde eski Başkan Donald Trump’ın geleneksel medya yayıncılarına karşı sıklıkla kullandığı bir ifade olan “fake news” ise yalan/sahte haber anlamına geliyor. Bu ifade yaygın olarak kullanılıyor fakat yeterince kapsayıcı değil. Bununla birlikte sosyal medya paylaşımlarının gerçeklerden çok daha fazla itibar gördüğü, gerçek ile yalan arasındaki sınırların bulanıklaştığı bir dönemi ifade eden “hakikat ötesi” (post-truth) ise dezenformasyonun yaygınlaşmasıyla birlikte karşımıza sıklıkla çıkmaya başlayan bir hali ifade eden kavram. Post-truth, 2016 Başkanlık seçimleri ve Brexit tartışmaları sonrasında Oxford Dictionary tarafından “yılın kelimesi” seçilmişti. “Hedef kitlenin aldatılarak birtakım çıkarlar doğrultusunda algılarıyla oynanması” anlamına gelen bu kavram, dezenformasyonun artışıyla birlikte gündeme gelmiş ve sosyal medya platformlarının yarattığı yeni hakikat ötesi dönemin tehlikelerine dikkati çekmişti.
Oxford Internet Institute tarafından 2020 yılında yayınlanan bir rapor, küresel olarak dezenformasyonda gelinen noktayı gözler önüne seriyor. “Siber ordu” şeklinde adlandırılan dezenformasyon faaliyetlerinin 81 ülkede ortaya çıktığına dair kanıtlar sunan rapor, bu faaliyetlerin her geçen gün arttığını ve ülkelerin propaganda ve dezenformasyon yaymak için sosyal medyayı kullandığına dikkati çekiyor. Yine Oxford Üniversitesince 37 ülkede gerçekleştirilen bir araştırmaya göre Türkiye’nin yüzde 49 ile yalan haber ve dezenformasyona en çok maruz kalan ülkelerden biri olduğu açıklandı. Rapora göre, her iki kişiden biri mutlaka asılsız bir habere denk geldiğini ifade ediyor. Pew Research Center raporuna göre ise Amerikalıların yarısı “uydurma haber/bilgi”nin ülkede çok büyük bir sorun olduğunu düşünüyor.
Kovid-19 salgını ile sosyal medyada dolaşıma giren yanlış bilgiler salgının yarattığı panik hali ve belirsizlikle birleşince birçok insan özellikle WhatsApp ve Telegram gibi kapalı platformlardan kendilerine ulaşan bilgileri doğrulamaya gerek duymaksızın paylaşma yoluna gitti. Bu süreçte artış gösteren dezenformasyona yönelik mücadele, başta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) olmak üzere birçok kurum ve hükümet tarafından gündeme taşındı. Salgın süresince yayılan dezenformasyona yönelik Facebook, Google, Pinterest, Tencent, Twitter, TikTok ve YouTube gibi platformlarla çalışmalar yürüten DSÖ “İnfodemi” kavramını ortaya atarak sadece salgınla değil dezenformasyonla da savaşmak zorunda kaldıklarını dile getirdi. Twitter salgın döneminde şimdiye kadar 20 bin tweet’i yayından kaldırdığını açıkladı, Facebook ise Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’nun hidroksiklorokinin Kovid-19 için çare olduğunu iddia eden gönderisi gibi birçok içeriği kaldırdıklarını ve dezenformasyonu etiketleyen güçlü uyarılar kullanacaklarına dair söz verdi. Instagram ise resmi sağlık kuruluşları tarafından paylaşılmayan içerikleri filtreleyerek kaldırma yoluna gitti. Ocak 2019 ile Aralık 2020 arasında Facebook ve Twitter tarafından yapılan açıklamalara göre platformlar tarafından 317 binden fazla hesap ve sayfa kaldırıldı. Fakat tüm bu tedbirlere rağmen dezenformasyon bu sefer de aşılanma döneminde devreye girmiş durumda ve mücadele yeniden başladı.