Türkiye

Suriye'de yeni dönem: Bölgesel entegrasyon güçleniyor

AA Akademi Müdür Yardımcısı Dr. Bilgay Duman, geçtiğimiz günlerde Amman'da gerçekleşen Suriye ve Komşu Ülkeler Toplantısı'nın önemini ve Türkiye'nin Orta Doğu'da istikrarın sağlanması için attığı adımları AA Analiz için kaleme aldı.

Abone Ol

Suriye’de yaşanan iç savaşın on yılı aşkın süre devam eden yıkıcı etkileri yalnızca Suriye’nin iç yapısını değil, komşu ülkelerin güvenlik mimarisini, ekonomik dengelerini ve jeopolitik hesaplarını da değiştirmişti. Ancak son dönemde bölgesel aktörlerin Suriye’ye yönelik yaklaşımlarında yeni bir sayfa açılmaya başlandı. Geçtiğimiz günlerde Amman’da gerçekleştirilen Suriye ve Komşu Ülkeler Toplantısı bu dönüşümün bir göstergesi olarak okunabilir. Yeni dönemde bölgedeki güçlerin ve uluslararası aktörlerin uzun süredir benimsediği izolasyon ve kriz yönetimi anlayışı yerine, pragmatik işbirliği ve entegrasyon eksenli yeni bir jeopolitik hat inşa ediliyor.

Suriye’nin yeniden inşası ve güvenlik eksenli düzenlemeler artık sadece bir iç mesele değil. Türkiye, Ürdün, Irak, Lübnan ve Suriye’nin ortak bir bildiriyle terör örgütü DEAŞ’a karşı operasyon mekanizması kurma kararı alması, bölgenin güvenlik perspektifinin değiştiğini gösteriyor. Uzun yıllar boyunca farklı pozisyonlarda bulunan aktörler, artık ortak tehdit algısı üzerinden bir araya gelme noktasına ulaşıyor. Bu durumun birkaç temel nedeni var:

  1. Bölge ülkeleri için terör tehdidi artık yalnızca sınır bölgelerinde yaşanan bir mesele olmaktan çıkmış durumda. DEAŞ’ın yeniden yapılanma çabaları, bölgedeki radikal unsurların hareketliliği ve devlet otoritelerinin güç boşlukları nedeniyle yaşanan güvenlik zafiyetleri koordineli bir yanıtı zorunlu kılıyor. Türkiye, Irak ve Ürdün gibi ülkeler için sınır güvenliği ve düzensiz göçle mücadele birincil öncelik haline gelirken bu mesele Lübnan için istikrarsız ekonomik yapıdan daha büyük bir tehdide dönüşüyor.
     
  2. Amman toplantısının bir diğer önemli çıktısı, Suriye'nin devlet kurumlarının yeniden işlevsel hale getirilmesi üzerineydi. Zira, Suriye’de müesses nizamın, anayasal düzenin en ivedi şekilde inşa edilmesi gerekiyor. Bu nedenle, ülkenin bütününde herhangi bir idari ve güvenlik boşluğu bırakılmamalı. Nitekim "SDG" ile Şam yönetimi arasında imzalanan anlaşma, bunun en somut göstergelerinden biri. "SDG"nin devlet kurumlarına entegre edilmesi, merkezi otoritenin güçlendirilmesine yönelik önemli bir adım olarak okunabilir. Eğer bu süreç başarıyla tamamlanırsa, Suriye’nin federal bir yapıdan ziyade merkezi devlet modelini güçlendirdiği görülebilir. Bu noktada, bölge ülkelerinin Amman toplantısıyla mevcut yönetime destek vermesi de önemli.
     
  3. Ayrıca, Suriye yönetiminin savaş sonrası yıkımı onarmak için ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi gerekiyor. Ancak Suriye ekonomisinin tek başına bu süreci finanse etmesi mümkün değil. Bu sebeple, Suriye’nin öncelikli olarak bölgesel aktörlerle daha fazla işbirliği yapması gerekiyor. Türkiye, Ürdün ve Irak, Suriye’nin ticaret yollarını yeniden işler hale getirmek için ekonomik ilişkileri güçlendirme arayışında. Bu noktada, Amman toplantısında verilen işbirliği mesajı oldukça önemli. DEAŞ konusunda kurulacak ortak mekanizmanın, güvenlik alanı dışında diğer konularda da işbirliği üreteceği açık.

Bölgesel entegrasyon sürecinde dikkat çeken bir diğer gelişme ise Suriye’nin İslam İşbirliği Teşkilatına (İİT) dönüşü oldu. Suriye’nin 13 yıl önce askıya alınan üyeliği, 7 Mart’ta Cidde’de gerçekleştirilen 57 üyeli İİT toplantısında iade edildi. 2012’de iç savaş nedeniyle örgütten dışlanan Suriye’nin yeniden İİT’ye kabul edilmesi, Arap dünyasının Şam yönetimiyle normalleşme sürecini hızlandırdığının önemli bir işareti. Körfez ülkelerinin liderlik ettiği bu hamle Suriye’yi bölgesel diplomasiye geri kazandırma ve uluslararası meşruiyetini güçlendirme çabasının bir parçası olarak değerlendirilmeli.

Suriye’nin bölgesel ve uluslararası arenaya entegrasyonu konusunda Avrupa Birliği'nden (AB) gelen son hamle de dikkate değer. AB Komisyonu, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı 17 Mart’ta Brüksel’de düzenlenecek bağış konferansına davet etti. Bu, AB’nin Suriye konusunda benimsediği politikada kademeli bir değişime işaret ediyor. Yıllardır Suriye'ye karşı siyasi izolasyonu destekleyen Batı’nın, yeni Şam yönetimiyle en azından insani ve ekonomik yardımlar çerçevesinde temas kurmayı değerlendirdiği görülüyor. Eğer bu süreç devam ederse, Suriye'nin uluslararası sahnede tekrar meşruiyet kazanması ve ekonomik toparlanmasına yönelik Batı’nın da dahil olduğu bir sürecin başlaması mümkün olabilir.

Yeni jeopolitik denge: İşbirliği mi, rekabet mi?

Peki, bu entegrasyon çabaları ne kadar sürdürülebilir? Bölgesel aktörler arasında halen ciddi bir güven bunalımı olduğu açık. Özellikle İsrail’in bölgedeki saldırgan tutumunun devam etmesi, Suriye’deki farklı gruplara yönelik istikrar bozmaya yönelik hamleleri yeni Orta Doğu’da oluşan olumlu havayı bozucu bir etki yapıyor. Öte yandan, bölge denkleminde önemli bir etken olan İran’ın Suriye’ye yönelik mesafeli yaklaşımı ve vekil güçlerinin etkisi zayıflasa da hala bölgede var olma çabası endişe veriyor. Ancak son dönemdeki gelişmeler Suriye meselesinde artık yalnızca askeri çözümlere dayalı politikaların devrinin kapandığının göstergesi. Bu nedenle, mevcut saldırgan politikalarından vazgeçmesi en azından kısa vadede mümkün görünmeyen İsrail’e karşı, halihazırda bölgesel uyumun dışında kalan İran’ın bölgesel entegrasyon süreçlerine dahil olması çıkarına olabilecek.

Nitekim Amman toplantısı, bölgesel entegrasyonun giderek daha fazla aktör tarafından bir zorunluluk olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Prensipte bu yeni sürecin başarısı, bölgesel aktörlerin işbirliğini ne kadar kurumsallaştırabileceğine bağlı olacak. Suriye’nin geleceği artık sadece Şam’ın değil, bölgesel ittifakların da meselesi. Yeni dönem, bölgesel entegrasyonun sınandığı bir süreç olacak.

Bölgesel entegrasyonun mimarı: Türkiye

Bölgedeki bu yeni entegrasyon sürecinde Türkiye’nin oynadığı rolü göz ardı etmek mümkün değil. Türkiye, yıllardır Suriye kriziyle en doğrudan yüzleşen ülkelerden biri oldu. Gerek milyonlarca Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapması, gerek sınır güvenliği ve terörle mücadelede gösterdiği çaba Ankara’yı bölgesel dinamiklerin merkezine yerleştirdi.

Ancak son yıllarda Türkiye’nin Suriye politikası, kriz yönetimi anlayışından çıkıp uzun vadeli bölgesel entegrasyona odaklanmaya başladı. Amman toplantısında Türkiye’nin aktif rol alması, DEAŞ ile mücadelede işbirliği mekanizmasına öncülük etmesi ve Suriye’nin yeniden inşa sürecine destek vermesi, bu liderliğin somut göstergeleri arasında yer alıyor. Türkiye, bölgede sadece güvenlik kaygılarıyla hareket eden bir aktör değil; aynı zamanda bölgedeki istikrarı sağlayacak diplomatik adımları atan, ekonomik entegrasyonu teşvik eden bir güç olarak öne çıkıyor. Türkiye, nisanda ikincisi yapılması planlanan Suriye ve Komşu Ülkeler Toplantısı'na da ev sahipliği yapacak.

Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Suriye ile doğrudan temaslarını artırması, güvenlik işbirliğini daha da kurumsallaştırması ve bölgesel aktörlerle ekonomik entegrasyonu derinleştirmesi bekleniyor. Ankara’nın bu sürece liderlik etmesi, yalnızca kendi ulusal güvenliği açısından değil, Orta Doğu’daki yeni dengelerin inşası bakımından da kritik bir öneme sahip olacak. Eğer bu entegrasyon çabaları başarıya ulaşırsa, Türkiye yalnızca bölgesel güvenlik sağlayıcısı olarak değil, aynı zamanda Orta Doğu’da yeni bir düzenin inşasında kilit bir aktör olarak konumlanabilir.

[Dr. Bilgay Duman, AA Akademi Müdür Yardımcısıdır.]

Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber editoryal politikasını yansıtmayabilir.