Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kahire ziyareti, 2021 yılından itibaren kademeli olarak ilerleyen normalleşme sürecinin bir sonucu olarak 14 Şubat tarihinde gerçekleşti.
İki ülke arasındaki ilişkiler, 2013’te Mısır’da gerçekleşen askeri darbenin ardından oldukça gergin bir görünüm alarak kopma noktasına geldi. Bakan yardımcıları düzeyinde başlayan istikşafi görüşmelerin zamanla Dışişleri Bakanları düzeyine çekilmesi, 2022 yılında Katar’da düzenlenen Dünya Kupası kapsamında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve mevkidaşı Abdulfettah es-Sisi’nin bir araya gelmesi ile normalleşme sürecinin dönüm noktası oldu. 2023 yılında, yaklaşık 10 yıl aradan sonra maslahatgüzar düzeyinde yürütülen diplomatik ilişki seviyesinin yeniden büyükelçilik düzeyine çekilmesi, her iki ülkenin de normalleşme sürecine yönelik kararlılığını göstermesi bakımından önemlidir.
Mısır'da Gazze diplomasisi
Günümüzde iki ülkenin yeniden işbirliği, yalnız taraflar arasındaki siyasi, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin canlanmasına değil, aynı zamanda devam eden bölgesel krizlerin çözümüne ya da hafifletilmesine yönelik oldukça kritik bir amaca hizmet ediyor. Bu kapsamda öne çıkan kriz alanlarının başında, 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren İsrail’in saldırılarına maruz kalarak bir işgal girişimiyle karşı karşıya kalan Gazze geliyor. Mevkidaşı Sisi ile yaptığı görüşmelerin ardından açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konu özelinde "Gazze’de akan kanın durması için Mısırlı kardeşlerimizle işbirliği halinde olmaya devam edeceğiz." ifadelerini kullanması bu durumun göstergesi olarak okunabilir.
Bilindiği gibi Mısır sınırları içerisinde olan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinden 2 gün önce İsrail hava saldırılarının gerçekleştiği Refah Sınır Kapısı, Gazze’nin İsrail dışında dışarıya açılan tek kara sınırıdır. Bu durum, Mısır’a Gazze’de devam eden çatışma ortamında hem kritik bir sorumluluk yüklüyor hem de İsrail ile ilişkileri oldukça hassas hale getiriyor. Konumu itibarıyla Gazze’deki halka insani yardım malzemelerinin ulaştırıldığı bir koridor işlevini gören Refah kentine yönelik İsrail saldırıları, 10 Ekim 2023 tarihinde olduğu gibi yeniden çok sayıda sivilin hayatını kaybetmesine sebep oldu.
Öte yandan bu saldırıların ardından gerek İsrail gerekse Mısır tarafının birtakım askeri hazırlıklar içine girdiği söylenebilir. Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükrü, İsrail’in Refah’a yönelik olası kara harekatına karşı 1979 yılında Mısır ve İsrail arasında imzalanan Camp David Barış Anlaşmasını askıya alabileceklerini duyurdu ve Mısır’ın anlaşmanın imzalandığı tarihten günümüze tüm yükümlülükleri yerine getirdiğini ifade etti. Öte yandan Mısır ordusunun da Gazze sınırındaki varlığını güçlendirerek sınıra çok sayıda tank ve askeri birlik konuşlandırabileceği ihtimalleri üzerinde duruluyor. Böyle bir senaryoda Gazze’de yerinden edilen kişilerle birlikte nüfusu yaklaşık 1,5 milyonu bulan Refah Kenti, olası bir kara harekatı neticesinde Mısır ordusu ve İsrail birliklerinin karşı karşıya gelmesine tanıklık edebilir.
İsrail’in temel amacının bölgedeki Gazzeli sivilleri Sina’ya tahliye ederek sınırdaki potansiyel tehdidi asgari düzeye indirgemek olduğu ifade edilebilir. Bu kapsamda Mısır’a sunulan tahliye planının ilk aşamasında, Gazze’nin güneyinden Refah’ın kuzeyine uzanan bölgede 15 farklı alanın oluşturulması ve bu alanlara 25 bin çadır kurulması öngörülüyor. Mısır, daha önce İsrail’in Gazze’yi Sina’dan ayıran ve insani yardımların ana güzergahlarından birisi olan Philadelphia Koridorunu kontrol altına alma talebini geri çevirdi. Bu noktada Mısır’ın temel kaygısının Gazze’nin güneyindeki İsrail saldırılarının şiddetinin artması ile birlikte oluşan kitlesel göç ve bu göçün Sina bölgesinde yaratacağı demografik ve güvenlik temelli sorunlar olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Gazze’den yoğun göç akışı, Mısır için kabul edilemez bir kırmızı çizgi niteliği taşıyor. Sisi yönetimi, bu motivasyonla kendi toprak güvenliğine odaklanarak Gazze’deki ateşkesin sağlanması adına en yoğun çabaları sarf eden ülkelerin başında geliyor. Bu aşamada Mısır, bir taraftan Camp David’i kullanarak diğer taraftan da Türkiye ile işbirliklerini geliştirerek İsrail’in en azından geçici ateşkese zorlanması noktasında adımlar atıyor. Çünkü saldırıların başladığı 7 Ekim tarihinden itibaren bölgesel ve uluslararası kurumlar üzerinden İsrail’i hem politika hem de söylem bazında hedef alan bir aktör olarak Türkiye’nin desteği, Mısır’a belli ölçüde esneklik alanı kazandırabilecekken ateşkes sürecini de hızlandırabilir.
Türkiye’nin süreçteki etkin rolü
Gelecekte benzer senaryoların yaşanmaması adına hem Gazze’nin yeniden inşası hem de Filistin halkının hakları gözetilerek oluşturulacak yeni bir yönetim için Türkiye’nin süreçteki etkin rolü, yine Mısır açısından siyasi sorumluluğun paylaşılması anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Sisi arasındaki görüşmeler, her ne kadar Libya, Doğu Akdeniz ve Sudan gibi bölgesel çatışma noktalarını kapsasa da Gazze konusu ve özellikle Refah şehrinde yaşanabilecek olumsuzluklar, ziyaret kapsamında ele alınan önemli alt başlıklar arasında gösterilebilir.
Sonuç olarak, kısa-orta vadede patlak verebilecek bir İsrail-Mısır gerginliği, bu açıdan bölgesel istikrara daha büyük zararlar verebilir. Böyle bir atmosfer, İsrail’in Gazze’deki saldırılarını da tetikleyebileceği gibi Sina’ya zorla tahliye planlarını hayata geçirmesine olanak tanıyabilecektir. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun İsrail ordusundan Refah’taki olası kara harekatına yönelik planlama istemesi de sürecin geldiği boyutu göstermesi bakımından önemlidir.
Her ne kadar Mısır yönetimi son yıllarda İsrail ile olumlu ilişkiler sürdürmüş olsa da son dönemde yaşanan gelişmeler Sisi yönetimi üzerinde Gazze temelli toplumsal baskının artmasına neden oldu. Öyle ki Mısır ve Arap kamuoyunda Kahire’nin Gazze’de yaşananlar karşısında yeterli tepkiyi göstermediği algısı giderek güçlendi. Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır ziyareti Sisi yönetimi için Türkiye’nin Filistin konusunda güçlü bir desteği anlamına geliyor. Bunun yanında ziyaret, Türkiye ve Mısır’ın İslam dünyasından İsrail’e karşı verilecek tepkinin başat aktörleri olmalarına yönelik bir zemin hazırlıyor. Nitekim İsrail’in saldırılarının engellenememesinde İslam ülkelerinin topyekun bir tepki verememesi de önemli rol oynuyor.