20 Mart 2003’te Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Irak’ı işgal etmesiyle başlayan süreç, ülkenin siyasi, idari ve toplumsal dokusunda derin değişimlere yol açtı. Saddam Hüseyin’in devrilmesi ve ABD öncülüğündeki yönetimin kurulmasıyla başlayan bu yeni dönem, Irak’ı uzun süreli bir istikrarsızlık sarmalına sürükledi. ABD’nin askeri varlığının sonlandırılması, 2025 seçimleri, bölgesel entegrasyon çabaları gibi kritik gelişmeler ışığında Irak’ın geleceği yeniden şekilleniyor. Ancak bu dönüşüm, sadece iç dinamiklere bağlı değil, bölgesel ve küresel faktörler de Irak’ın kaderini belirlemede önemli bir rol oynuyor.
ABD'nin Irak’tan çekilme süreci: Yeni bir başlangıç mı, yeni bir kriz mi?
2024 yılında ABD ve Irak hükümetleri, ülkedeki Amerikan askeri varlığının sonlandırılması konusunda bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşma kapsamında, ABD’nin Irak’taki savaş birliklerini 2025 sonuna kadar tamamen çekeceği öngörülüyor. Bu karar, Washington’un küresel önceliklerini değiştirmesi ve Irak’ta uzun süredir devam eden varlığının yarattığı siyasi maliyetlerle doğrudan bağlantılı. Ancak çekilmenin beraberinde getireceği güvenlik riskleri, Irak’ı büyük bir belirsizlikle karşı karşıya bırakıyor.
ABD askerlerinin çekilmesiyle birlikte, Irak’ta güvenlik açığı oluşabilir. Bu süreçte, İran destekli milis grupların daha da güçlenmesi, Sünni unsurların dışlanma korkusuyla radikal unsurlara yönelmesi ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin yeniden canlanma ihtimali, ülkenin güvenliğini tehdit eden başlıca riskler arasında yer alıyor. Özellikle Suriye’nin doğusunda son dönemde yaşanan gelişmeler, Irak-Suriye sınır hattını yeniden bir güvenlik sorunu haline getiriyor. ABD’nin çekilmesi, yalnızca Irak için değil, genel olarak Orta Doğu’daki güç dengeleri açısından da yeni bir denklemin oluşmasına yol açabilir.
Burada kritik soru şu; ABD’nin çekilmesi Irak’a daha fazla bağımsızlık mı getirecek, yoksa ülke yeni bir kaos dalgasına mı sürüklenecek? Bu sorunun cevabı, Irak yönetiminin iç politikada nasıl bir denge kuracağına, güvenlik güçlerinin kapasitesini artırıp artıramayacağına ve bölgesel aktörlerin nasıl bir strateji izleyeceğine bağlı olacak.
ABD’nin çekilmesi aynı zamanda Irak’ın iç siyaseti üzerinde de derin bir etki yaratacak. Irak güvenlik açıklarını kapatabilmek için ya daha fazla bölgesel ittifak kurmak zorunda kalacak ya da İran’a daha fazla bağımlı hale gelecek. Her iki seçenek de Irak’ın uzun vadeli geleceği için iç politikadaki gelişmelere bağlı olarak farklı dinamikler barındırıyor.
Irak’ta iç siyasetin kırılganlığı: Seçimler ve mezhepsel ayrışmalar
Zira 2025 yılı Irak için bir seçim yılı olacak. Şii, Sünni ve Kürt gruplar arasındaki rekabet, seçim sürecinin en önemli dinamiklerinden biri olmaya devam ediyor. Ancak son yıllarda Şii gruplar arasındaki iç çatışmaların daha da belirgin hale gelmesi, seçimleri daha karmaşık bir hale getirdi. İran’a yakın gruplar ile daha bağımsız hareket etmek isteyen Şii unsurlar arasındaki güç mücadelesi, Irak siyasetinde önemli bir kırılma noktası yaratabilir.
Öte yandan Sünni grupların siyasi denklemde nasıl bir rol oynayacağı da belirsiz. ABD’nin çekilmesiyle birlikte, İran ve Şii grupların daha kontrolsüz davranabileceği endişesi Sünnilerin yeniden marjinalleşme korkusuyla birlikte okunuyor. Bu durum, radikal unsurların Sünni bölgelerde güç kazanmasına ve DEAŞ benzeri yapıların yeniden ortaya çıkması ve güçlenmesine yol açabilir. Siyasi sistemde yeterince temsil edilmediklerini düşünen Sünni kesimlerin seçim sürecinde nasıl bir tutum alacağı, Irak’ın geleceği açısından belirleyici bir faktör.
Iraklı Kürtler açısından ise durum daha karmaşık. 2024 Ekim ayında gerçekleştirilen parlamento seçimlerine rağmen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde (IKBY) hala bir hükümet kurulabilmiş değil. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki çekişmeler IKBY'nin siyasi istikrarını tehdit etmeye devam ediyor. Bağdat-Erbil ilişkilerinde ise özellikle maaş ödemeleri ve petrol gelirleri konusundaki anlaşmazlıklar devam ediyor.
Bölgesel rekabet ve Irak: Çatışan çıkarlar arasında sıkışan devlet
Irak, sadece iç dinamikleri nedeniyle değil, bölgesel güçlerin rekabet alanı olması nedeniyle de kırılgan bir yapıya sahip. Türkiye, İran, ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi aktörler, Irak’ın geleceğinde söz sahibi olmak istiyor. İran, uzun süredir Irak’taki Şii gruplar aracılığıyla nüfuzunu artırmış durumda. ABD’nin çekilmesiyle birlikte İran’ın Irak üzerindeki etkisinin daha da artması söz konusu olabilir. Özellikle milis grupların devlet içinde devlet haline gelme riski, Irak’ın ulusal bütünlüğünü tehdit eden unsurlar arasında.
Türkiye ise son dönemde PKK’nın lağvedilmesi sürecini hızlandıran kapsamlı bir askeri ve diplomatik strateji izliyor. Bu süreç, sadece Türkiye’nin güvenlik önceliklerini değil, Irak’taki siyasi dengeleri de önemli ölçüde etkiliyor. “Terörsüz Türkiye” süreci kapsamında, PKK’nın Irak topraklarındaki varlığına son verilmesi hedefleniyor. PKK’nın lağvedilme süreci, IKBY içindeki siyasi dengeleri de doğrudan etkiliyor. KDP ve KYB arasındaki rekabet, uzun süredir bölgedeki güç dengesini belirleyen bir unsur olmuştu. Ancak PKK’nın tasfiye edilmesi, KDP-KYB dengelerinde yeni bir boyut açabilir.
Öte yandan, PKK’nın IKBY içerisinde tamamen ortadan kalkmaması ve bazı unsurlarının siyasi veya sosyal hayata entegre olma ihtimali, bölgedeki dengeleri daha da karmaşık hale getirebilir. PKK’nın bazı kollarının yerel siyasi gruplarla veya sivil toplum içinde meşruiyet kazanmaya çalışması, KDP ve KYB arasındaki ilişkilere ek bir gerilim unsuru olarak eklenebilir. Türkiye'nin PKK’nın siyasi bir varlık olarak yeniden yapılanmasını engellemek için hem IKBY yönetimiyle hem de Bağdat hükümetiyle daha yakın bir işbirliği kurması gerekebilir. Bu durum hem IKBY ile Türkiye arasındaki ilişkileri hem de Bağdat ile Ankara arasındaki güvenlik işbirliğini şekillendirecek yeni bir döneme girilmesi söz konusu olabilecek.
İsrail ve Suudi Arabistan’ın Irak üzerindeki ilgisi de giderek artıyor. İsrail’in İran’ın Irak’taki vekil güçlerine karşı operasyonlar yapabileceği ihtimali, bölgesel tansiyonu yükseltebilir. Suudi Arabistan ise İran’ın nüfuzunu dengelemek adına Irak’taki Sünni gruplarla ilişkilerini güçlendirme arayışında. Ancak Sünni gruplar arasında ciddi bir koordinasyon eksikliği ve iç ayrışmalar mevcut. Bu durum, Sünni kesimin Irak siyasetindeki etkisini azaltırken, bölgesel aktörlerin Sünni gruplar üzerinde nüfuz kurmasını kolaylaştırıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Türkiye gibi ülkeler farklı Sünni oluşumları desteklerken, Sünni grupların iç çatışmaları, onları Irak'ın merkezi hükümetinde daha zayıf bir konuma itiyor. Özellikle seçim sürecinde bu ayrışmaların ne yönde evrileceği ve Sünni grupların ortak bir siyasi vizyon oluşturup oluşturamayacağı, Irak'taki güç dengelerini önemli ölçüde etkileyecek. Eğer Sünni gruplar ortak bir politika belirleyemezse, İran destekli Şii grupların ülke siyasetindeki baskın rolü daha da artabilir ve Sünni kesimin marjinalleşme süreci hızlanabilir.
Irak nereye gidiyor?
Eğer Irak hükümeti, ABD’nin çekilmesini iyi yönetir, güvenlik güçlerini güçlendirir ve etnik-mezhepsel çatışmaları önleyecek adımlar atarsa, ülke görece istikrarlı bir sürece girebilir. Ancak bunun gerçekleşmesi için ulusal uzlaşı mekanizmalarının işler hale getirilmesi gerekiyor.
Sonuç olarak, Irak 2025'de kritik bir yol ayrımında ve ülkenin geleceği birçok bilinmeyeni barındırıyor. ABD’nin çekilmesi, Irak hükümeti için hem bir bağımsızlık fırsatı hem de büyük bir güvenlik açığı anlamına geliyor. İç siyasette Şii, Sünni ve Kürt gruplar arasındaki derinleşen ayrışmalar, seçim sürecinin nasıl şekilleneceğini belirleyecek ve ülkenin uzun vadeli istikrarı için önemli bir sınav olacak.
Bölgesel rekabetin de etkisiyle Irak, İran’ın daha fazla nüfuz sahibi olduğu bir eksene mi kayacak yoksa daha dengeli bir dış politika ile bağımsızlığını mı koruyacak? Bu sorunun yanıtı, Irak’ın hem iç siyasetinde hem de bölgesel aktörlerle ilişkilerinde alacağı kararlarla belirlenecek. Öte yandan, terör tehdidinin yeniden yükselme ihtimali, Irak’ın güvenlik politikalarının merkezinde olmaya devam edecek. Türkiye’nin PKK’nın lağvedilmesi süreci ve bu sürecin Irak’taki siyasi dengelere etkisi, İsrail’in İran’a karşı olası hamleleri ve Suudi Arabistan’ın Sünni gruplar üzerindeki etkisi, Irak’ın siyasi ve güvenlik dengesini doğrudan şekillendirebilir.
Tüm bu faktörler göz önüne alındığında, Irak’ın geleceği, kısa vadede bölgesel aktörlerin çıkarlarının kesiştiği bir satranç tahtasına dönüşebilir. PKK’nın lağvedilme sürecinin, IKBY içindeki siyasi hizalanmaları nasıl şekillendireceği ve bu durumun Bağdat-Erbil ilişkilerine nasıl yansıyacağı, bölgedeki güç dengelerini belirleyecek kilit faktörlerden biri olacak. Türkiye’nin bu süreçte attığı adımlar, Irak’ın kuzeyinde yeni bir statüko oluşturabilir ve Kürt gruplar arasındaki dengeleri yeniden şekillendirebilir. Uzun vadede ise, Irak halkının siyasi süreçlere katılımı, ekonomik reformların uygulanabilirliği ve devlet kurumlarının güçlendirilmesi gibi faktörler, ülkenin kaderini belirleyecek en önemli unsurlar arasında yer alacak.
[Dr. Bilgay Duman, AA Akademi Müdür Yardımcısıdır.]
Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber editoryal politikasını yansıtmayabilir.